Yaşadıkları Hicran'ın canına tak etmişti artık. Bu gece bütün sorularının cevabını alacaktı, kararlıydı ve Dağhan da ondaki bu kararlılığı görüyordu.
"Son kez soruyorum, Serhan nerede? Bana söz vermişti, bırakmayacaktı beni. Ne yaptınız ona?" dedi Hicran alnına dayadığı silahı daha da güçlü kavrayarak. Dağhan, onun cesaretini kırmak için umursamaz bir tavır takınarak arkasını döndü. Emin adımlarla ilerlerken silah sesini duydu ve panikle Hicran'a baktı. Hicran, havaya doğru ateş etmişti. Silahı tekrar kafasına yasladı kararlılığının göstergesi olarak. Dağhan'ın umursamaz halinden eser yoktu artık. Nasıl bu kadar gözü kara olabiliyordu Hicran? Siniri, vücudunun her noktasında varlığını hissettiriyordu.
" Vurdum onu, anladın mı? Seni bırakıp bir yere gittiği yok. Onu, sana söz verdiği gece ben öldürdüm!"
Hicran, duydukları karşısında şok olmuştu. Dağhan, birini öldürmüştü. Hem de kendi kanından, canından birini. Serhan, onu bırakıp gitmemişti. Dağhan, Serhan'ı vurmuştu. Serhan'la kurdukları hayaller öldürülmüştü, onların umutları yok edilmişti. Bunların sorumlusu Dağhan'dı.
Düşündükçe boğazı düğümleniyordu, dili tutulmuştu adeta. Karşısında duran Dağhan'dan birkaç adım uzaklaştı. Artık gözleri öfkeyle parlıyordu. Yüzünü buruşturdu tiksinircesine. Dağhan'ın yüzünü bile görmek istemiyordu.
"Kardeşini kendi elleriyle öldüren bir canisin sen!"
Bir şekilde gidecekti buradan, gitmeliydi. Serhan'ın katiliyle aynı yerde barınamazdı, her gün onun yüzünü görüp hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Arkasını döndü, odadan çıktı. Kendisine savrulan tehditler umrunda değildi artık.