Bir gün daha sona eriyordu.
Güneşin batışı denize yansıyordu.
Morlar, kırmızılar, turuncular...
Gökyüzü her türlü renkten renge giriyordu sanki.
Güneşin batışı herkes için birşeyi temsil ederdi.
Güneş batarken, kiminin çektiği acıların sonu olurdu.
Kimininse mutluluğu son bulurdu.
Zaten hayat böyle değil miydi?
Acı çekmek, mutlu olmak...
Hasret kalmak, kavuşmak...
Her insan acıyla vârolur, mutlulukla büyür, hasretle kavuşur.
İnsanların yüzlerinde uçuşup duran gülücükler gece olunca gözyaşına döner.Ağlamanın sızlamanın bitmek bilmediği yüreklerden kan damlar durur.
Bitmek bilmez acılar, çoğu zaman son bulmaz ayrılıklar.
Bazıları ölür, bazıları yaşarken ölür. Kimi hasretle baş etmeye çalışırken, kimi hasretle kardeş olur.
Zaman acıtmaya başlar insanı.Yüreğindeki tiktaklar duraksayarak acıtır kalbi.
Bu acıların içinden sıyrılmak isterken, Çınar'ın deniz mavisi gözlerinde buldu Afra kendini.O mavi gözlere dalarken yüreği, daha büyük acılara yelken açtığını fark edemedi.
Mavi gözlerin sahibi koskoca bir Çınar'dı onun koyukahve rengi gözlerinde. Her geçen gün Afra'nın yüreğinde filizlenen Çınar büyüdükçe büyüyordu.
Büyük insanların küçük aşkları gibi değildi onlarınki.Onlar büyük aşkların küçük âşıklarıydı.Ama şimdi yapacakları hatalar onlara geri dönecekti.Yerinden oynayan taşlar tekrar yerine değil onların yüreklerine oturacaktı.
O taşların altından kurtulabilecekler miydi?
Kardeşi Mert için gittiği bir barda seçtiği bir adamdan hamile kalmayı planlayan Duru'nun tek amacı doğacak olan bebeğinin kardeşine nefes olmasıdır.
Duru amacına ulaşır fakat bilmediği şey ise seçtiği adamın karanlık dünyasıdır.