Zülüfleri urgan, kaşları Zülfikar bir kadın... Cemali cennet, teni cehennem bir adam... 'Sordum Abdallara. Çaresi var mıdır yanmadan sevmenin..' Mezopotamya toprakları bir kez daha var oluş mücadelesi verirken herşey savaş içindedir... Yeni ve eski, batı ve doğu, sevap ve günah.. İstanbul ve İran.. Iki farklı mezhep iki ayrı töre.. Tek kader, tek kin.. Şah Harzemşah-ı Anoushivan.. Adı gibi keskin ruhuyla hayatına devam ederken asırlık nefreti güdüyordu mirasçı olarak. Ve sürükleniyordu bilinmez günahlara... Sinesi buzdan, ruhu ateşten bu adam için törenin kestiği kelle sızlamazken bütün kinini ezecek bir duyguyla karşı karşıya kalacaktı.. Kadının zülüfleri ona urgan olurken duası kadının nefesinde ki cennetin kendisi olacaktı. Ve yapacaktı en büyük fedakarlığı.. Vina Anoushivan... Anoushivanların tek kızı dahi olsa ölümün ve sevdanın yanında çaresizdi kadın. Asırlık toprakların, kadim öfkesiyle ezilecekti sinesi ve Abdalların bile cahil kalmak isteyeceği bir kaderin ortasına sürüklenirken can verecekti adamın okyanuslarında. Haramıyla, sevabıyla göklere el açan kadının dualarının sümmani bir köşesine sinecekti adamın ismi.. Birbirine niaz eyleyen iki meczub, İran toprağına dökülerek bereketlenen kanlarıyla savaşacaklardı kaderle.. 'Rabbim dünyayı yedi günde yarattı. Lakin sen beni yedi saniyede yok ettin. Seni ilk gördüğüm vakit, birinci saniyede gözlerin değdi gözlerime. Kör kaldı meleklerim. Ikinci saniyede amber oldun ciğerime, nefeslerim sana bağlandı. Üçüncü saniyede, sesin değdi kulaklarıma, sağır eyledin kulaklarıma Pirlerin seslerini. Dördüncü saniye değdi masum tenin, posttan düştü bedenim. Beş, altı ve yedi! Gökler bizi lanetledi...'All Rights Reserved
1 part