Bugüne kadar belki de yaptığım en güzel şey biraz sonra okuyacaklarınızı kaleme almış olmamdır. Belki bu kitabı kafanızı dinlemek için okuyacaksınız, belki güneşli bir havada deniz misali gökyüzü eşliğinde çimlerde uzanmış bir şekilde okuyacaksınız. Belki de mahalle kütüphanesinde diğer ışıltılı kitapların yanında solgun, eski, kırışık bir kitap dikkatinizi çekecek ve merak edip okuyacaksınız. Belki de siz bunları okurken ben de hayallerimin peşinden koşabileceğim.
Evet, hayallerimin peşinden koşabileceğim dedim. Çünkü şu anda bunları yazarken değil hayallerimin peşinden koşmak hayal kelimesi bile benim için bir hayal. Bunları yazmak okumak kadar kolay değil. Sessiz bir odanın içinde, gökyüzü griden laciverte dönerken soğuk ve rüzgârlı havada pek de iyi manzarası olmayan bir evde hayallerimi gerçekleştirmek için ilk adımımı atmış bulunuyorum, yazıyorum.
Kitapların sadece iyi manzarada ya da havuza karşı yazıldığını mı sanıyorsunuz? Hiç acı çekmemiş, yalnız kalmamış, kendisiyle kavga etmemiş biri kitaptan ne anlayabilir ki? Yazmak bende küçüklükten beridir alışkanlık haline gelmiş bir şey. Otobüste yazıyordum, boş durduğumda yazıyordum, mahallede apartmanların kaldırımlarında oturmuş düşündüklerimi kâğıda aktarıyordum. Yaşıtlarım seksek, yakar top oynarken ya da top koştururken ben yazdım, yazdım, yazdım. Pişman mıyım? Asla!
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....