"Çirkin!"
"Evlat olsa sevilmez..."
"Yüzüne bakamıyorum."
"Şunun tipe bak, şeytan çarpmış!"
"Sidikli seni."
"Aptal!"
"Bu çirkinlik doğuştan mı?"
"Kıçım bile senden güzel!"
Her gün, her yerde, herkesten ve her zaman bu kelimeleri işiten bendim.
Yüzüm yüzünden arkadaşlarım olmayan bendim.
Kimsenin çirkin olduğu için yanına gelmediği bendim.
Peki benim suçum neydi, çirkin olmak mı?
Hayır, benim suçum bu yüz ile normal bir hayat yaşamak istememdi.
Herkes benimle dalga geçerken, tek başıma kendimi savunabileceğimi sanmaktı.
Ne de olsa ben kimdim ki?
Olay mahaline ilk kez gelmiyordum fakat ilk kez mahşer yeriydi kalbim. "İhtimal yokmuş sahiden." diye mırıldandım gözlerimden birer damla yaş düşerken. Elimde, torbanın içinde duruyor olan kolyeye göz ucuyla bakıp kesik bir nefes daha çekmiştim ciğerlerime. "Bize bir ihtimal bile yokmuş."
İlk karşılaşmamız bir sahil kasabasında, ikinci karşılaşmamız kovalandığım o yerde, son karşılaşmamız ise benim onu kovalamamla son bulmuştu. Dördüncü kez karşılaşmayacaktık. Her şey bu kadardı.
Ondan geriye elimde kalanlar ise birkaç fotoğraf karesi, iki tane kolye ve onunla tanıştırmaya can attığım evladıydı sadece.