Gözlerimi bağlamış olsa da arkamdaki varlığı hissediyorum. Tüylerimi diken diken eden nefesi, bana ölümün soğukluğunu hatırlatıyordu. Zaten ondaki boş bakışlar, yalnızca Azrail'e ait olabilirdi. Gözleri bedenimle buluştuğu anda sonbaharda rüzgara direnen yaprak gibi titriyordu kalbim. Sert sesi kulaklarımda yankılandı. "Neden gelmiştin buraya?" Susmayı tercih ettim. Konuştuğum her an aleyhime işleyecek bir şey buluyordu. Arkamdan biraz uzaklaşmıştı. Ne yaptığını deli gibi merak etsem de kıpırtısız bir şekilde bekliyordum ölüm meleğimin bana yapacağı şeyleri... Soğuk metali omuriliğimde hissetmemle, sırtım yay gibi gerildi. İşte şimdi gerçekten iliklerime kadar titriyordum. Keskin bıçağı omuriliğim boyunca gezdirdi. Sırtım ile kanadımın birleştiği yere bıçağın sivri ucun batırınca, inledim. Tanrım, düşündüğüm şeyi yapmazdı değil mi? "Belki, kanatlarına biraz şekil verirsem, konuşmaya karar verirsin. Ha?"