Sadece bir an duraksadıktan sonra, hızla aradaki mesafeyi kapatarak adama sarıldı. Geri kalan her şey bekleyebilirdi. Hepsi, tüm sorunlar, tüm sıkıntılar, düşmanlıklar, zorunluluklar, aralarına giren onlarca şey, sabaha kadar ertelenebilirdi. Şimdi, sadece sesiyle, nefesiyle, kokusuyla sarmalanarak adamın kollarının arasında olmak istiyordu. Kalbinin sesini duymayı; sıcaklığını, gücünü hissetmeyi öyle çok özlemişti ki Ali'nin sarılışına karşılık vermemesini bile umursamadı. Adamın gövdesine yaslanan gövdesini çekmeden, burnunu çene çizgisi boyunca gezdirerek Ali'ye iyice sokuldu. Adamın sakallı yanağı, teninde tatlı bir karıncalanmaya neden olurken fısıltıya benzeyen, buğulu bir sesle "Seni çok özledim ben," diye mırıldandı.
Ali sertçe iç çektikten sonra kollarından kavrayarak onu hızla kendinden uzaklaştırırken, aldığı karşılığı umursamadan başını geriye atıp dudaklarını usulca adamınkilere bastırdı. Dudakları birbirine sadece kısacık bir an dokunmuştu. Gerçek bir öpücük değildi, gerçek bir öpücüğün kıyısından bile geçmiyordu ama onca yıldan sonra ikisinin ruhunda da derin bir etkiye sebep olmuştu. Adam geçip giden uzun saniyelerin sonunda gözlerini ağırca aralayarak dudaklarını ıslattıktan sonra "Uzun zaman oldu," diye cevap verdi, sesindeki boğukluk insanın içinin ürpermesine neden olacak kadar belirgindi. "Yokluğunda çok şey değişti."
"Belki," dedikten sonra zarifçe gülümseyerek kaşlarını meydan okurcasına havalandırdı Melike. Adamın omzuna çıkardığı eli aheste aheste gömleğinin yakasında oyalanırken, öne doğru tek bir adım atarak burun buruna gelmelerini sağladı. Nefesini bütünüyle Ali'nin dudaklarının üzerine üflerken "Ama sen hala," diye fısıldadı. "Beni öperken titriyorsun."
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....