Ve ben, ruhuna bir suskunluk biçilmiş o küçük kız çocuğu. Onun için yetersiz, çok küçük olduğumu biliyordum. Tıpkı ondan başka çarem olmadığını bildiğim gibi. Kapısının önündeyim. Kapıya yasladığı heybetli bedeni, gözlerinden akan yorgunluk, her zamanki gibi siyah kumaş pantolonu, önü açık, kırışmış beyaz gömleği... bana bakarken kül olmuş gözleri öyle acımasızdı ki, avuçlarımda yıldızlarımla da gelsem, onun için, karanlığını aydınlatacak bir ışık olamayacaktım. "Ne istiyorsun, çocuk?" Çenem titremeye başladığı an, ellerimi arkamda birleştirerek parmaklarımı çevirmeye başladım. Gözlerim yaşlarla parlıyordu ve göz bebeklerim öyle kanlanmıştı ki, göz yaşlarım kan misali süzülecek gibi hissettiriyordu. "Ben..." Bana sarılmanı istiyorum. "Sadece korktum." Kabaca burnumu çektim. "Evde yalnızım. Babam işte." Kaşları havaya kalkarken, gözlerinin altındaki morluk kalbime zehrini akıttı. Onun yorgunluğu kalbimi acıttı. Derin bir nefes alıp, gözlerini çevrede gezdirdi ve birdenbire üzerime doğru eğilerek, nefesini nefesime kattı. "Korkman gereken yalnızlık değil, benim gibi kötü bir amca. Evine git, yapılacak ödevlerin yok mu senin?" "Var. Ödevlerime yardım eder misiniz, bayım?"