Göğsümün içinde önüne damarlarımda dolanan kanlardan bariyer koymayı beceremediğim devasa bir ağrı yükseliyor. Kanımın kaynadığını hissediyorum, yağmura benzeyen gözlerimin öfkeyle parladığını... Titreyen ellerimde ölüm kokan kan izleri var, mezarlığın topraklarını içinde biriktirdiğim tırnaklarımı onun boğazına geçirmek istiyorum, sonra öpmek. Onu öldürürken sevmek, nefretimle boğarken kalbine nefes olmak istiyorum.
Bulutlar hüznünü uzun saçlarıma bırakmak ister gibi hıçkırarak ağlamaya başlıyor, tanrının çatık kaşları gökyüzünün ortasında parlak bir ışık olarak kendini gösteriyor. Ağlıyorum, yağmur saklıyor.
Bağırıyorum, gök gürlüyor.
Karanlığa sığınmak istiyorum, şimşek çakıyor.
Şehrin semâsı yalnızca bir günde ruh hâlimin etrafında şekilleniyor.
Beni sevmesi için maskeler taktığım adam, maskemin iplerini gözünü kırpmadan çözüyor. Beni sevmesi için karanlık ruhuma iyilik kuşandığım adam, yüzüme bir ayna tutuyor. Aynada gördüğüm kişiden nefret ediyorum, bütün ışıkları avucumun içine hapsetmek ve bir daha kayıp ruhumla bakışmamak istiyorum.
Nasıl ki aramızdaki bağ sokağın kuytu köşelerinde değil, bizzat benim zihnimin içinde dolanan şeytanlar tarafından koparıldıysa alt ve üst bacağımı birbirine bağlayan ipler de bir anda kopuyor, zangır zangır titriyorum. Gökyüzü nefretini kusmaya devam ediyor, yıldızların hayran olduğu adam beni burada istemiyor diye onlar da sırtımdan itmeye başlıyor. Parmak izleri tenimde, sesler kulağımda kalıyor.
***
Zannederler ki direniş için taş ve sopa gerekir; kin ve nefret, eli silah tutan adamlar, küfürler ve bağırışlar, kan, acı, gözyaşı... Oysa direniş yalnızca bir düşüncedir. Zihninde başlayan ve zihninden kurtulduğunda Azrail'e sığınan çaresiz, zararsız, küçük bir düşünce.