İçinde bulunduğu bu kusursuz dakikayı hava gibi soludu genç kız. Berrak mavi-yeşil gözlerini süsleyen kara kirpikleri usulca kapandı. Göz alabildiğine uzanan yabani çiçeklerle bezeli alanda bir kameriye kurulmuştu onun için. Beyaz cibinliklerle bezeli bir gizli yuva. Mis gibi kekik kokusu. Yanındaki sepette her çeşit meyve, yemiş, bir termos çay, buz gibi su. Canı çekerse içsin diye soğutulmuş beyaz şarap. En sevdiği yazarın son çıkan kitabı. Kesinlikle kendisine ait bir cennetteydi. Mutlulukla gülümsedi. Hayattan isteyebileceği her şeye sahip insanların kaygısız gülüşüyle...
...
Adam bıkkınlıkla cevap verdi. "Benim karım, benim karım olmak zorunda kalmadığı sürece hayatından son derece memnundur sen merak etme." dedi.
"O ne demek öyle?"
"Yani beni görmek zorunda olmadığı sürece demek istedim. Sesimi duymak, kokumu duymak, bana dokunmak, beni sevmek zorunda olmadığı sürece benim karım, karım olmayı çok sever." Sonra sıkıntıyla ekledi. "Burada durup metresimle karımı tartışacak değilim. Sen de hududunu iyi çiz bence Simge." dedi sertçe. Odadan çıkarken çalan telefonuna baktı.
"Ekim?"
"Selam Karabey. Rahatsız etmedim inşallah."
"Yok etmedin." Avuçları niye terliyordu ki.
"Diyorum ki eğer işlerini ayarlayabilirsen arifeden mi gelsen?"
"Niye?"
"Konuşmamız lazım Karabey."
İşte o söz. On senedir duymayı her an beklediği söz.
"Konu nedir?" Aslında bildiği halde soruyordu. Artık zamanı gelmişti demek. Ekimi tutan bağlar tek tek çözülmüştü.
Karısının bir süre sesi çıkmadı. Şu an kesin alt dudağını kemiriyordu. Bir ayağının ucunu yeri oymak ister gibi sağa sola çeviriyordu kesin.
"Şeyyy yani telefonda konuşulacak mevzu değil."
Adam şaşırdı. Altı üstü "boşanalım" diyecekti. Niye bu kadar kasıyordu ki.
İçinin üşüdüğünü hissetti. "Tamam gelirim" dedi. Sözleri son nefes gibi çıktı ağzından.
Not:Lütfen okuyan tüm arkada
Mustafa sağ elini kaldırıp Helen'in yüzüne gelen saçların kulağını arkasına sıkıştırdı. Israrla saçları yüzüne doğru geliyordu. Mustafa, Helen'e doğru yaklaştı, Helen'in savrulan saçları Mustafa'nın yüzüne vuruyordu. Mustafa'nın gözleri usulca kapandı. Yüzüne doğru gelen saçların kokusunu içine çekti. Gözlerini açıp Helen'i kendine doğru çekti. Dağılan saçlarını eliyle toplayıp burnuna götürdü, derince kokusunu içine çekti. Bir eli Helen'in belinde bir eli ise saçlarını tutuyordu.
Helen, Mustafa'nın neden birden kendisine sarıldığını anlayamadı. Başı Mustafa'nın göğsündeydi. Parmak uçlarına basarak yükseldi. Başını Mustafa'nın boyun girintisine koydu. Ellerini Mustafa'nın sırtına koydu.
Mustafa sanki Helen'in kokusuna hasret kalmış gibi kokusunu içine çekiyordu. Helen'in nefesini boynunda hissedince kendini biraz geri çekti. Helen'in yüzünün avuçları arasına aldı. Yüzüne yaklaştırdı yüzünü. Yanaklarını bir buse kondurdu Mustafa önce, sonra burnun ucuna dokundurdu dudaklarını, Helen'in alnına yasladı. Helen'in kapanmış gözlerine baktı. Helen'in de kendisinden bu kadar etkileniyor olması hoşuna gitti Mustafa'nın. İçindeki derin hisselerin karşılıksız olmadığını biliyordu. Helen'in de kendisine karşı bir şeyler hissettiğini anlamıştı. Bir kuş gibiydi Helen. Avuçları arasına almıştı Mustafa; bırakırsa uçup gider, çok sıkarsa ölürdü.
Helen kapalı gözlerini açtı. Burnunu Mustafa'nın burnuna sürttü. Mustafa gülümseyince dudaklarına kaydı Helen'in bakışları. Küçük bir buse kondurdu Mustafa'nın dudaklarına. Geri çekilecekken Mustafa izin vermedi.