"Bir varmış bir yokmuş, diye başlardı ya masallar; işte benimki de, olsa olsa hep yokmuş hiç varmıştı. Neyin hayaliydi kurduğum? Neyin cesareti, cüreti? Hiç yokmuş bir hayatın, hüzünlü umut kırıntısıydım ben, onu da kuşlar gagalamıştı..."
...
İsmini siz seçin; isterseniz Cansu, isterseniz Hacer... Yaşamda, özensizce açmış bir çiçekti o. İstismarı yaşayan ve şiddete şahitlik eden, bir kimsesizdi. Geçmişinin izlerini, ruhunun en derinlerinde saklayarak hayata tutunurken; direndiği gerçeklerle hiç ummadığı bir yerde, hiç ummadığı bir anda, yüzleşecekti. Geçmiş hesaplarını kapatılırken; kimse yaralarının kanatılıp, sarmalanmasına hazır olup olmadığını sormamıştı. Timur, mahkûm olduğu önyargılarla hayatına girdiğinde, aşkın mucize iksirini tadacağını hayal dahi etmemişti.
Timur; hayatın olgunlaştırdığı ve sorumluluklarla katılaştırdığı, kalabalığın içindeki yalnızlıktı. Sistemin doğurduğu ne suçlu, ne de suçsuz bir sistemsizlikti. Hayatını, doğruları için feda edilebilecekler ve edilemeyeceklerin ayrımını yaparak geçirirken; vereceği en yanlış hüküm, onun en doğru kararı olmuştu. O, özensiz bir çiçeğin, özenle açılmış yaralarını sarıp sarmaladığında; kendi üşüyen ruhunu ısıtacağını, asla hesap etmemişti.
Kesişen yollar, önyargılar ve tehlikeli planlar arasında doğan, kalbimizdeki en masum aşk; FREZYA.
Nefes alıyorsak, bir çıkış muhakkak vardır...
...
'FREZYA' sizi ağlatırken aşkla sarmalayacak sımsıcak bir sokak hikayesi...
...
Dip not: okuduğunu anlayamayanlar ve başlıkları okumayı es geçenler için bu sadece bir ön okumadır!