"Elif dedim, be dedim Amman,
Kiz ben sana ne dedim.
Elif dedim, be dedim Amman,
Kız ben sana ne dedim."
Sazın sesi içerime işlerken babam ile söylediğimiz bu parçada sanki yeniden babamla söylüyormuş gibi benim nakaratım da Ali'nin sesini bastırdı sesim.
"Kuş kanedi kalem olsa,
Ah yazılmaz benim derdim.
Kuş kanedi kalem olsa,
Ah yazılmaz benim derdim."
İkinci nakaratta katıldı bana Ali. Babamla bile bu kadar uyumlu olmadığımızı hissetmiştim o an. Titreyen kalbimi derin bir nefes ile bastırdım ve Ali'nin sesini bekledim yeniden.
"Elif'im noktalandı Aman,
Az dersim çokçalandı.
"Elif'im noktalandı Aman,
Az dersim çokçalandı."
Bu sefer Ali susmuştu sanki benim söylememi, devam etmemi istiyormuş gibi. Sessiz çağrısına kulak verdim ve üstüme düşeni yaptım.
"Yetiş anam, yetiş bubam Aman,
Ah mezarım tahtalandı.
Yetiş anam, yetiş bubam Aman,
Ah mezarım tahtalandı."
Bu seferki alkışlar daha güçlüydü. özellikle Ali'nin arkadaşları öküzümsü haraketler sergiliyorlardı.
Şafak'ın bende olan bakışlarını gördüğümde yüzümdeki tebessüm yerini buruk bir dudak kırılmasına bıraktı. Şafak uzanıp elimi tuttuğunda beni anladığını anlamıştım.
O masada ne kadar oturmak istediğimi en çok Şafak biliyordu belkide. Terörist hayatı yaşamanın, her an diken üstünde olmanın, kaygısız ve fütursuzca meyhanede içmek istiyordum. Söylemek ve eğlenmek istiyordum.
(Kitabın içinden alıntıdır!)
Tek davası okumak olan Avin Mirşad.
Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad.
"Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi yakansın."
Hayatın acımasız döngüsü içerisinde birbirlerine denk gelen iki insan.
"Mezopotamya şahidim Avin. Hem gecem hem gündüzümsün. Sen benim gökyüzümsün."
Herkesin bir yarası var. Güneş kadar yakıcı, gece kadar karanlık.