Gerçek kimliğinden bihaber yaşayan Evin Yağmur Erkuran, reşit olur olmaz onu yetimhaneden alan anneannesinin ormanın içindeki kulübesine taşınmak zorunda kaldı. Küçüklüğünde kimsesizliğine kimse olacak biriyle tanışıp onu labirent taşıyan zihninin tam merkezine oturttu.
Onun adı, İblis. Zihninin içindeki labirentin tüm koridorlarını ezbere bilen, tüm odalara sahip olan karanlık bir ruh. Farklı bir ruh, farklı bir zihin.
Onlar, yazısız bir anlaşmanın birbirine bağladığı iki ayrı ruhtu. Kurt ve Kuzu'ydu.
Bir gün, anneannesinin doğum gününde verdiği kolye, hayatının dönüm noktası oldu. Ertha'da okuduğu lanetli mağara, kendi yaşadığı ormanın içinde saklıydı ve Evin Yağmur, doğum gününde onu kovalayan bir gölgeden kaçarken kendini o mağarada buldu.
O mağara bihaber olduğu kimliğini açığa çıkartacak; ölümü ve yaşamı beraberinde getirecek ve gecenin kabusları doğurduğu anlarda ruhuna tanıklık eden kızıl gözlerle tanışmasını sağlayacaktı.
O kızıl gözlerin pençesi, ruhunu alacak ve onu parçalara ayıracaktı.
Ama kızıl gözlü kara kurdun bilmediği bir şey vardı; o da, içindeki canavarın Evin Yağmur'a çoktan aşık olduğuydu.
''Ölüm ancak onu isteyene yakışır.''
Yayımlanma tarihi: 16.04.20
Kitap kapağı tasarımı: @UmmuhanBaki
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.