"Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir..." demiş Tolstoy.
Saye kötü hislerini, şeftali ağacının altına gömerek kafasından silmiştir. Hayata her zaman renkli bakar, umut onun için bitmek bilmeyen bir oksijendir. Hayallerinin peşinden ise koşmayı asla bırakmaz. Okul, ev ve sera arasında geçen hayatını, çiçeklere bağlanarak daha da renklendirmek ister. Ama yaşadıkları küçük kasabaya yeni birileri taşınır. Hikaye böyle başlar, şehre bir yabancı gelir. Yabancının renkleri soluktur. Herkes mutluluğu kaldıramaz, renkleri görüp güzel kullanamaz.
Hisler ya kararır, ya da toz pembe bir toz bulutuna dönüşür. Sevgi acıtmaz, yaşatır.
"Şimdi burada öldürüyorum tüm kötü hislerimi, mutluluğumun önüne geçmeyeceğine yemin ederek."
🌱
Ben : anneni ara.
Oğuz:ne ?
Ben: sen sinem teyzenin oğlu değil misin?
Annen onu aramanı söylüyor.
Oğuz : peki bunu o niye söylemiyor ?
Ben : şarjı bitmiş?
Oğuz : şarjı bitmişse ben onu nasıl arayacağım peki ?
Ben yazıyor...
Ben çevrimiçi...
Ben : bir dakika oha doğru?
Şarjı bitmişse nasıl arayacaksın ?
Oğuz : bu küçük detayı yeni fark etmen gözlerimi yaşarttı.
Ben : sen bana Altan altan laf mı soktun ?
Hayırlı bir evlat olup annen ara demeden arasaydın böyle olmazdı 🙃
Oğuz : şimdi de sen mi bana laf sokmuş oldun?
Ben : haspinAllah sınanıyorum herhalde , git ara ne bilim ben ya.
Laf filan da sokmuyorum ayrıca.
Oğuz : sen kimsin ?
Ben: komşunuz ?
Oğuz : komşumuz kim?
Ben : evine gelseydin bilirdin.
Oğuz :geldiğim zamanlarda oldu ama tanımıyorum seni ?
Ben : o da senin kayıbın olsun hayırsızlığı bırakıp evine uğrarsın artık belki ?
Oğuz : bu aralar sanmıyorum.
Ben : benim ruhumda hayırsızlık diyorsun.
Oğuz :hayırsız olsaydım bu vatanı korumak için canımı feda etmezdim.
Ben :ne ?
Oğuz: tek hayırsız ben değilmişim anlaşılan , komşusunun oğlunun mesleğini bilmeyen bir komşu kızı.
Ne üzücü.
Tanışalım yüzbaşı Oğuz Türk...