- Senin ne işin var burada...
Minenin sesi titriyordu korkudan. Tüm gücüyle kapıyı kapatmaya çalışdtı. Onun bu çabası beni sinirlendirmekten başka bir işe yaramadı..
- Görünen o ki, benim küçük karım yaşadıklarından hiç ders çıkarmamış...
Onun çabasını görmezlikten gelirken, sertçe kapıyı iterek açtım..
Karşısında korkudan titreyen kıza bakar, acımasızca... Kızın canını ne kadar yakarsa yaksın genç adamın içindeki nefret azalmıyor, kaçtı benden bizden kaçtı.. Korkudan titreyen vücuduna baktım uzun bir süre..
........
Mine
Her zaman ki gibi, kocası yine bulmuştur onu, o eve götürecek. Kabullenmez küçük yüreği bunu, o cehennemde yanmaktan yorulmuştur artık mine.
Bitmeyen öfkenin, hedefi olmaktan da yorulmuştur kalbi artık. Onun tek mutluluğu, ayakta tutan tek şey bebekleridir. Minenin, sarılır bebeğine, bu adamın öfkeli bakışlarından bebeğini korumak ister Emir önce kızın büyüyen karnına, orada ona ait bir can olduğunu düşünmek genç adama ayrı bir haz verir, sonra korkudan gözleri dolan kıza acımasızca bakar, soğuk bir sesle.
- Hadi karıcım, evimize gidiyoruz.
Mine korkuyla başını olumsuz anlam da sallar, sesi titrese bile bu adama boyun eğmemeye kararlıdır..
- Benim evim burası, git buradan , rahat bırak bizi. Bebeklerimi de beni de unut, kendi yoluna git..
Emir gözünde saklayamadığı öfkeyle süzer karısını, sabrı taşmıştır artık..
- Gerçekten mi, Mine!
Gerçekten seni bura da, dahası karnında bana ait olan canlarla bırakacağımı düşünecek kadar, aptal mısın? Gerçi akıllı olsan, benden kaçamayacağını bilirdin. Şimdi düş önümü, ve bir daha bir adım atmadan önce.. Bir değil bir kaç kez düşün.
Karnındaki bebekleri sağ elimle göstererek..
- Benden gidemezsin, artık tek başına değilsin, bizi bir birbirimize bağlayan nedenlerimiz var. Nereye gidersen git, bir adım
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....