Ben çocukların korktuğu, büyüklerinse gerçek olmadığı düşündüğü şeyim. Ben korkuyum, ben umudum. Ben gücüm.
Ben doğanın Ruhuyum.
Yüzyıllardır tabiatın, evrenin kendine aradığı elçiyim. Evrenin, doğanın verebildiği her şeye sahibim. İnsanların savaş açmasına neden olacak bir güce sahibim, doğanın bana izin verdiği her şeyi yapabilirim. Sizi kör edebilir, iyileştirebilirim. Ateşle yakabilir, suyla boğabilirim. Ben doğanın elçisiyim,sizi yaşatabilirim.
Doğanın sesi olan kadın..
Yıllar boyunca hapsedildiği hastane odasından kaçtığı gün kendisi gibi seçilmiş kişilerden oluşan ailesini bulur. Kendileri gibi güçleri olan kişileri bulmak amacıyla çeşitli görevlere giderken kendilerini onlara karşı açılan savaşta bulurlar.
Acı, arkadaşlık ve en kötüsü aşk..
"Ellerinden duman çıkan birine bağlanmıştım, insanları zehirleyerek öldüren birine aşık olurken sonumu yazan dumanlardan kaçamıyordum. Beni mahveden bu insan alabildiğim tek nefes olmuştu."
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.