O, karanlıktı. O, karanlığın tam anlamıydı. Ve ben, gün geçtikçe, yavaş yavaş o karanlık tarafından emiliyordum. Karşı koyacak ne gücüm vardı, ne de bir halim. Yapabildiğim tek şey çığlık atmaktı ama çığlıklarım boğazımı parçalayacak kadar güçlü, sesimi kimseye duyuramayacak kadar sessiz ve acizdi. Beni karanlığına hapsederken yapabilecek hiçbir şeyim yoktu..
Ve bir gün ben, tamamen karanlığa hapsolunca, göremeyip duyamayınca, yolumu kaybedip bulamayınca ölecektim.
Beni korkutan ölümümün yakın oluşu değildi; beni korkutan kimse duymadan, kimse görmeden, kendi çığlıklarım arasında, onun karanlığında yalnız başıma delirerek öleceğimdi. Karşı koyamadan öleceğimdi...
Ve bu ölüm, o karanlık sokakta, sokağın karanlığına meydan okuyan karanlık adamla karşılaştığım zaman başlamıştı.
Ben farkında değildim ama, ölüyordum.
∞ Bir Ay Tutulması Masalı ∞
Aşk suçtu.
Senin olmayan birisi için beslediğin duygular bir cellat gibi dikilirdi karşına. Sonra kollarına iki asker girerdi, o askerler başını bir kütüğün üstüne bastırırken boynuna inecek baltayı büyük bir sabırla beklerdi insan beklerdi ki, cellat alacak onun kellesini.
Ama o balta inmeden önce, dururdu zaman. Sabır kanatırdı insanın her bir zerresini, bir işkenceden farksız akardı saniyeler, bir sudan sessiz, bir dalgadan daha hırçın.
Aşk cellatı, ve o balta aşkın ellerinden inerdi insanın boynuna. Sevda cehennemdi, seni sevemeyen birinin aşkı ateşdi.
Kendi kalbini yakan, kendi kanını akıtan bir kılıçtı. İnsan nasıl saplardı kendi sırtına bıçağı?
İnsan ancak aşık olsa ihanet ederdi kendisine.
Aşk ihanetdi, aşk en büyük oyun ve insanın kendine yaptığı ihanetdi.
O Yavuz Payidar'dı, kendine en büyük ihaneti yapmış sırtına bir bıçak saplamış, boynunu bir cellatın önüne uzatmıştı.
O Payidar'dı, sevdalanmıştı.
Ve sevda, onun ihanetiydi.