Kendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten benimki de hikaye değildi. Hayattı.
Yalnızca okuduğum öykülerdeki o güzel ve saf kızların, yakışıklı ve mükemmel erkeklerle olan aşk hikayeleri yoktur hayatta. Yolda yürürken güzel diye adlandırmayacağınız insanların da bir evlilikleri, sevdaları, hayatları olduğunu görürsünüz. Ben o sıradan insanlardan biriydim. Ne tesadüflere, planlara, çekişmelere; ne de eli silahlı adamlara, mafyalara, belalara dair bir iz vardı hayatımda.
Aşkı güçlü kılan kalpteki zincirlerdir, yaşanan çekişmeli ve kaçırılmalı olaylar değil. Her aşkta ortak tek bir şey vardır, o da kaybetme korkusudur. Çünkü bir yerde sevgi varsa korku da baş gösterir. Sevileni kaybetme korkusu. İşte bu korkuyu herkes yaşar.
Ben Hülya. Beraber büyüdüğümüz kapı komşum Sefa'ya aslında âşık olduğumu onu kaybedebileceğimi fark edince anladım. O ise zaten yıllardır kalbinde benim için bir sevda büyütmüştü.
"Aranızdan biri benim için çok önemli." Şarkı biter bitmez söylediği şey sabırsızca yerimde kıpırdanmama sebep oldu. Gözleri direkt olarak benim üzerime düştüğünde çevremdeki hayranlarının telefonlarını çıkarıp beni çekmeye başladıklarını hissedebiliyordum. "Sadece Otuz Beş değil tüm albümlerim onun sayesinde, ona yazıldı." İstemsizce tebessüm ettim. Tebessümümü gördüğü an o da kocaman gülümsedi. "İyi ki benimlesin birtanem. Nice senelerimiz olsun."
O an kendime bir söz verdim.
Ne olursa olsun bu adamı bırakmayacaktım.