Kendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten benimki de hikaye değildi. Hayattı.
Yalnızca okuduğum öykülerdeki o güzel ve saf kızların, yakışıklı ve mükemmel erkeklerle olan aşk hikayeleri yoktur hayatta. Yolda yürürken güzel diye adlandırmayacağınız insanların da bir evlilikleri, sevdaları, hayatları olduğunu görürsünüz. Ben o sıradan insanlardan biriydim. Ne tesadüflere, planlara, çekişmelere; ne de eli silahlı adamlara, mafyalara, belalara dair bir iz vardı hayatımda.
Aşkı güçlü kılan kalpteki zincirlerdir, yaşanan çekişmeli ve kaçırılmalı olaylar değil. Her aşkta ortak tek bir şey vardır, o da kaybetme korkusudur. Çünkü bir yerde sevgi varsa korku da baş gösterir. Sevileni kaybetme korkusu. İşte bu korkuyu herkes yaşar.
Ben Hülya. Beraber büyüdüğümüz kapı komşum Sefa'ya aslında âşık olduğumu onu kaybedebileceğimi fark edince anladım. O ise zaten yıllardır kalbinde benim için bir sevda büyütmüştü.
(Pek Kıymetlim adı ve konusu bakımından ilk kitaptır.)
Aşkın en "Deli" hali...
O akşama kadar gerçekten çok mutluydum, okulumu bitirip evime dönmüştüm ve düşünmemi gerektirecek hiç bir derdim yoktu.
Şey demişti Ercan amca, "Senin kızın olmasaydı, benim oğlum kızına aşık olup delirmezdi," bu cümlenin ağırlığıyla ezildim bir süre. Başta anlam veremedim de...
Kolay mıydı delirmek? Hem de aşk uğruna delirmek?
Bu mümkün olabilir mi gerçekten? İnsan birine duyduğu aşktan delirir mi?
***
"Sevdim seni bir kere, başkasını sevemem. Deli diyorlar bana, desinler değişemem, desinler değişemem."
***
Seviyordu işte, uğruna delirecek kadar çok seviyordu...
***
®Tüm Hakları Saklıdır®
Çalınması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.