Derler ki; zaman her şeyin ilacıdır. Bu söze inancım eskisi kadar güçlü değil.O gün, onu kendi ellerimle yurt dışına gitmesi için diğerleriyle birlikte taksiye bindiren bendim. Ama içimde yeşermeye başlayan umutlarımla gönderdim ben onu. O günün; nefes alan bedenine ve çelik mavisi gözlerine özgürce bakabildiğim son gün olduğunu bilseydim, çok daha sıkı sarılırdım. Meğer benim ilacım, çelik mavisi eşsiz gözleriymiş. Yalnızca kaybedileni kaybettikten sonra oluşan farkındalık, her zamanki gibi yitirileni geri vermiyordu. Keşke, diyordum. Keşke daha çok sarılsaydım. Keşke gözlerine özgürce bakabiliyorken yüzüne haykırsaymışım tüm gizlediklerimi... "Suçlu sensin," demişti babası ona. Olabilir miydi? Bunca yıl yalnızca babasını suçlamıştı annesinin gidişinden. Asıl suçlu, kendisi miydi? Çıkıp, annesinin iğrençliğini yüzüne haykırmak istiyordu. "Onca insanın hayatını mahvettin. Şimdi, yalnızca kendi arzularını doyurmak için o adamdan aldığın şehvet duygusuyla onca kişinin başka sorunlarla mücadele etmesine sebep oldun. Sen bir bencilsin. Hayatım boyunca bu kelimeyi bu kadar hak eden birini hiç görmemiştim," demek istiyordu. Tüm sevdikleri bir bir dağılıyordu. Bunca yıldır kaldığı yurtlar onun için sorun değildi. Çünkü yanında, kardeşleri vardı. Şimdi, gözlerinin önünde mahvoluyordu hepsinin hayatı bir bir. Gözlerinin önünde hepsi, başka imtihanlarla mücadele ediyordu. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Yıllar sonra bulduğu ikizine kısacık zamanda çok bağlanmıştı. İkiziyle tanıştıktan hemen sonra hayatın getirdikleriyle her zaman birlikte savaşacağı kardeşleriyle de tanışmıştı. En az ikizine bağlandığı gibi onlara da bağlanmıştı. Her şeyi birlikte atlatacaklarına inanıyordu, atlatmışlardı. O güne kadar. "Oysa ben, sandığı kadar güçlü değildim. Bu yüzden onu kaybettim..."
30 parts