"Dışarıda bekle, içeride bekle, öldükten sonra bekle, gelecekteki hayatında bekle. İstersen sonsuza kadar bekle ama ben sana gelmeyeceğim." dedim hızlıca. Sesimdeki, her şeyi sonlandırmak isteyen tonun farkına varmış olmasını umuyordum. Derin bir nefes aldı sakinleşmek ister gibi. Ama dudaklarını sıkıp yerinden kalktığında şaşırarak onu izledim. Sinirli bir şekilde bana yaklaşıp üzerime doğru eğildi.
"İyi git! Git ve ne halt yemek istiyorsan ye! Düşeceğin yollardaki çakıl taşlarının kanatacağı yerlerine yeterli sayıda yara bandı bulamayınca tekrar buraya döneceksin. Çünkü sen de biliyorsun ki senin evin buradan ibaret. Gidecek bir yerin var belki ama gitmek isteyeceğin tek yer burası. Dönmek isteyeceğin tek yer burası. Ve döndüğünde ben de burada olacağım." Duraksayıp yutkundu. "Her zaman, senin için burada olacağım."
-
Tek Oda'da yalnızca iki insan. Tek Oda, iki kişi, tek hikâye. Onların tanışması bir mucize değildi ama aynı odaya düşmeleri imkânsızlığın ta kendisiydi. Ve onlar bunu aşmışlardı. Ama Tek Oda'ya girmek kadar oradan çıkmak da zordu.
Bir şarkının ilk notaları, nakaratı ve sonu gibi ilerledi her şey. Önce yavaş yavaş, ama müzisyenin ilham aldığı olay ve duygularla. Sonra daha güçlendi şarkılarının ritmi. Şarkılarını bilmeyenlerin gürültü sanacakları kadar bağırıyordu kulaklarında. Onlar sadece birbirlerini duyuyorlardı. Ve en sonunda, daha birkaç saniye önce coşkulu müziği dinlerken müzik bir anda yavaşladı. Önce su damlalarına dönüştü. Sonra gözyaşlarına. Ve en sonunda hıçkırıklar sustu. Şarkı bitti.
-
❝Ben özgürlüğümü önce yoklukta, sonra sonsuzlukta buldum.❞
-
[Temelleri Kasım 2020'de atıldı.]
26'ya
Pera, arkadaş grubuyla kış kampına katılırken, içinde tarifsiz bir huzursuzluk kol geziyordu.
Avrupa'nın en yüksek dağı Mont Blanc'un karlı etekleri, kızıl granitleri, sivri buzulları ve göz alıcı zirvesiyle birlikte bir sürprizi daha vardı.
Büyülü bir evrenden gelen ve kanlı bir görevi tamamlamak için orada bulunan dört adam.
Neşeli kampları bir anda rayından çıkarken, önce en yakın
arkadaşının ölümüyle sarsıldı Pera.
Mont Blanc'da hiçbir şey olması gerektiği gibi gitmedi. Neşeli kahkahaların yerini ölüm çığlıkları, sıcak şarap kadehlerinin yerini soğuk, açlık ve dehşet verici bir kaçış aldı.
Ancak o adamlardan biri, diğerlerinden farklıydı.
Gözleri siyah bir okyanusu anımsatan, tehlikeli ve gizemli adam, Ante Davies...
"Sakalları, gözleri ve keskin çene hattı... Çehresini oluşturan her ayrıntı bir hikaye gibiydi. Ve ben o karanlık hikayede kaybolmak üzereydim."