"Mini mini bir kuş donmuştu, Pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye, Cik cik cik cik ötsün diye. Pır pır ederken canlandı, Ellerim bak boş kaldı..." Acı acı fısıldadı küçük kız bunu: "Ellerim bak boş kaldı." Acı acı fısıldadı oğlan çocuğu bunu: "Ellerim bak boş kaldı." ~~~~~ Ben, Rüya Liya Elmas... İki ruha sahip bir bedenden oluşuyordum ben aslında. Rüya, mantıklı ve gerçekçi yanımdı. Liya ise duygusal ve çocuksu yanım. Ben Rüya'ydım ama Liya'yı yaşatıyordum. Çünkü Liya farklıydı, özeldi. Onu farklı kılan bir şey, daha doğrusu biri vardı ama aynı zamanda yoktu da. Bu da Liya'nın en acı gerçeğiydi. Liya, onun emanetiydi bana. O bakmıştı, o büyütmüştü Liya'yı. Sonra Liya'yla başbaşa kaldık. Onu herkesten gizleye gizleye büyütmeye bu sefer ben devam ettim. Herkesten sakına sakına... Sonra büyüdü. Büyüdük beraber. Liya ruhumda, çürümüş çilek ağaçlarının altında, pembe bir mezar kazdı kendine. O mezara gömdü bedenini. Rüya ise Liya'nın tam yanına siyah bir mezar kazdı kendine. O mezara gömdü ruhunu. Ölen Liya'nın bedenine karışmış Rüya'nın ruhuydu. Yaşayan ise Rüya'nın bedenine karışmış Liya'nın ruhu. ♤♤♤ Bu ona ilk yenilgim değildi ama ilk elvedamdı. Arkamı dönüp gitmeden önce dudaklarımı yanağına bastırdım. Bu ona kalbimden kopan son öpücüğümdü. Bir bakış attım eskiden bana kucak açan, aşkla bakan, gülümseyen ela gözlerine ve gülümsedim en derinden, en güzelinden. Bu ona veda ederken son bakışım, son gülücüğümdü. "Hoşça kal, Arat." Sonra hayallerimin ayaklarımın altında ezilirken attığı acı çığlıklarının senfonisi eşliğinde çekip gittim. ♤♤♤ "Rüzgar sen sarhoşsun. Ne dediğini bilmiyorsun." Elleriyle yanaklarımı kavradı ve dudaklarını dudaklarıma bastırmadan hemen önce konuştu: "Sen sar, ben hoş olurum sevgilim."