Kader iki yol çizer insana… Ya birinci yolu seçip kaderini kendin belirlersin, ya da sana sunduğu ikinci yoldan paşa paşa gidersin. Sonu zehir olsa bile.
O da öyle yaptı. Ama ikinci yolu seçmek zorunda kaldı. Hayat, kaderin ona sunduğu o ikinci yolu seçenlerden. Canı acıya acıya, o dikenli ve sarmaşıklarla çevrili yoldan düşe kalka, ilerlemeye çalışanlardan.
Hayat’ın hikayesi, Savaş’a olan aşkıyla başladı… İnsan sevdiği için her şeyden vaz geçer mi? İçi yansa bile onu kendinden neden uzaklaştırır ki? O, bunu yapmayı kendine ya bir huy edindi ya da başka bir şeyler var, yolunda olmayan karışık şeyler.
Hayat, yirmi altı yaşında, işinin eri bir muhasebeci. Herkes tarafından sevilen ve sayılan, insanlara yardım etmeyi seven, pozitif yapılı bir insan. Savaş ise onun aksine sadece kendini seven ya da öyle görünmeye çalışan bir tip; fakat Hayat’a olan zaafı onun yumuşak yönünü baskın hale getiriyordu.
Savaş, Hayat’ın
Galatasaray teknik direktörünün büyük kızı olan Mayıs, derbide attığı golün ardından sakatlanan yıldız oyuncuya babasının ne kadar üzüldüğünü görünce dayanamaz. Hem babası hem de düşük not aldığı stajının puanını yükseltmek için fakülte hocalarından birisiyle bir anlaşma yapar.
Sakatlanan topçuyu üç ayda sahalara döndürmenin sözünü veren Mayıs, bu sözü verirken Doruk'un ne kadar huysuz bir insan olduğundan habersizdi. Ama kendisi de ondan aşağı değildi.
Ve top kaleye, tam isabet etmişti.