Duruydu. Heryer duru ve sessizdi. Uzakta esen soğuk rüzgarın sesi yağmurun çıkardığı o mayhoş sese karışıyordu. Gıriydi! Sabahın dördüydü ve ayaz vardı. Sonbahar gelmişti. Ara ara kuşların sesi karışıyordu arşa. Burnuma bahçedeki maydanoz ve reyhanın kokusu geliyordu, ve bu beni azda olsa rahatlatıyordu . Dudaklarım, ellerim ve vücudumdaki her uzvum soğuktu. Gözlerimi hafifçe kımıldattım. Yüksek sesle saatlerdir doğru düzgün almadığım nefesimi derince verdiğimde, oluşan buhar bile gülümsetmedi beni. Doğruldum, ve cam sehpada duran soğuduğuna emin olduğum kahveye uzandım. Soğuk olan elim buz gibi fincana değdiğinde , titredim. Umursamadım ve kahveyi kafama diktim. Aslında Soğuk kahveyi severdim. O da tıpkı kalbim gibi soğuktu. Azrail! Ben bir Azrail'e dönüşecektim. Saatlerdir Zihni'mde oylanıp duran mesele yine Zihni'me çöktü. Uzanıp elimdeki fincanı cam sehpaya sert bir şekilde koyduğumda . Yüksek sesle sehpa tuzla buz oldu. Vücudumda dehşet bir sarsılma oldu. Tam o esnada yan taraftaki balkondan ses geldi ve kafamı çevirdiğimde asil kapıdan hızla çıktı. 'O saatlerdir beni mi izliyordu?' Tam bunu düşünürken elimden sızan birkaç damla kan beyaz zemini lekeledi. Bir anda olduğum odanın kapısı açıldı ve hızlı birkaç adım. Çenemi tutu ve izlediğim kan lekelerinden gözlerimi aldı. "Bana bak? İyimisin?" Diyen sesine cevap vermiyordum. Elimin içinde parçalanan fincanın bir parçası kalmıştı ve ben onu hala avucumda sıkıyordum. Eli elime değdiğinde onun da dışarda olduğunu anladım. Elleri soğuktu. Gözleri gözlerime daldığında . Saatlerdir tutuğum ve hiç bırakamadığım o bir damla yaş sol gözümden süzüldü. Tenim öyle soğumuştu ki, yüzümde ilerleyen o sıcak yaş beni ürpertti. "Kendine gel?" Dediğinde kafamı kaldırdım ve sehpaya baktım. İçimdeki tüm zehri yüzüne kumak istedim. "Ben- ben bir Azrail'im."