Beynimiz... Bize yük ettikleri o kocaman solucan yığını, damarların muhteşem bir dizilimle harmanlandığı, hücrelerin birbirine elektrik akımlarıyla iletişim sağlayıp yüzdüğü sihirli küre. Ya lanetli... Ya da korumalı mistik bir cadı kazanı. Her şeyin tam iyiye gittiğini düşünürken neden yumrular boğazımızda toplanır? Hayatın o boktan yüzü neden yaşamayı daha içten bir gerçeklikten ziyade suni bir boyutta sanki birer kobay olduğumuzu sınırlı küçük duvarlarımızla örülü tünelimizde iyice gözümüze sokup durur? Ağaçlar çimenler gökyüzü yıldızlar, neden renklerini silik bir şekilde gözlerimizin korneasını dışlar hale getirip, olmayan sesler ve görüntüler eşliğinde bizi farklı bir boyuta tılsımlı bir iksir içmiş ya da yok aslına bakarsanız uyuşturucu yoksunluğunun en ağır krizlerinde bir yolculuğa çıkarır. Düşünceleri kulaklarında yankılanırken ayağa kalktı. Mavi orta boylarda yine aynı renkte tabağı üzerinde duran bir fincan içerisindeki kahvesinden bir yudum aldı. Birden ne düşündüğünü unutup hatırlamaya çalışarak beyin damarlarının yandığını hissetti. Umutsuzca bir soluk sesi çıktı dudaklarından. Ardından; Aynı ergenlik dönemi gibi. Bitmeyen bir umutsuzluk içerisinde hissetti kendini. Ergenlik dönemimi atlatamadım mı ki acaba? Diyerek koca ve acı bir kahkaha attı. Midesinde az önce içmiş olduğu kahvenin ürettiği asidi hissetti. Kusacak gibiydi. Hiç büyüyememiş miydi? Yoksa büyüdükçe daha mı kötüleşmişti. Varoluş sancıları... Aklına çok sevdiği o film repliği geldi. "Hayat her zaman mı böyle zor yoksa sadece çocuk olduğunda mı böyle gelir? Hep böyledir." Ne yazık ki tecrübeleri doğrultusunda çok daha önceden bu gerçekle karşılaşmıştı. -Telif hakkı elimde olup. Tüm hakları saklıdır. Kopyalanması durumunda yasal işlem yapılacaktır.-All Rights Reserved