kıvranıyordu ruhu, kimsenin bilmediği içinde yaşadığı depremden kıvranıyordu ruhu. depremin altında kalmış ruhu acı çekiyordu. başını kaldırıp gökyüzüne baktı. hayır onun ruhu geri dönecekti. diğer sıkışmış ruhların arasından zorlansa da gelip abisinin donmuş bedenini bulup can verecekti. başını kaldırınca gökyüzünde süzülen ruha, ıslak sicime benzeyen bir şey gördü. yavaşça gökyüzünden süzülüp onlara doğru geliyordu. gülümsedi. "gel." diye fısıldadı. "geleceğini biliyordum.". yavaşça yaklaştı abisinin ruhu,yaklaştı,yaklaştı. abisinin yüzüne yaklaştı. kız abisinin ruhundan gelen ıslak toprak kokusunu alabiliyordu. kız heyecanlandı. abisi geri dönecekti. fakat hayalet alnına ıslak bir öpücük kondurdu. abisinin bedeni soğudu. elinde tuttuğu eli kaskatı kesildi. abisinin ağzından kan boşaldı. kız ürktü. ne yapacağını bilemedi. fakat sonradan aklına çarpan gerçekle acıyla çırpındı. o abisinin ruhu değildi. yok edici melekti. kapkara bulutlara doğru başını kaldırıp haykırdı. kızın çığlığı kulaklarda yankılandı. duyan herkes acı çekti, gözleri yandı,gözlerinden yaş boşaldı. ülkedeki herkes yaşamını yitiren prens için yas tuttu... fakat tek biri dışında gerçeği fark eden biri olmadı. bu kız büyülüydü. acısını herkesin içinde bölerek acısını hafifletmişti. kız acısını paylaşmıştı. genç adamın dudakları tehlikeli sayılabilecek derecede yukarı kıvrıldı. sihirli ordusuna bir üye daha eklenecekti. o da şüphesiz prenses adriana idi.