"Hej, vysoký muži! Prostě mě opustíš-" (Hey sen, uzun adam! Hemen beni bırak yoksa-) Mavi-yeşil karışımı gözleri, gözlerimin en derinine bakarken, dişlerimi sıkarak içimde kaynayan öfkeyi dindirmeye çalıştım. Nefret ettiğim ülkede, tanımadığım insanların eline düşmüştüm. Tanrım başkalarının elinden kaçarken başka ellere düşmüştüm. Hemde büsbüyük bir ele! Benim tek istediğim artık ailemi bulup, güvende olmaktı. Yorulmuştum. Artık insanların bu kötülüklerinden bıktmıştım. Uzun adam, hala ses çıkarmadan bana bakıyordu ve bu benim sinirimi bozuyor, öfkelendiriyordu. O masum yüzünün altında yatan kişiyi tahmin edebiliyordum. Oda o pis adamlar gibi kötüydü! Biliyordum, artık sona yaklaşıyordum. Başıma çok kötü şeyler gelecekti... Beni kadın satıcılarına verecekler, işkence edeceklerdi... Ben bitmiştim. Sonunda gözlerimden firar eden yaşlarla ona bakarak içimdeki nefreti atmaya çalıştım. "Jsi taky špatný? Proč se mě snažíte oddělit od svých blízkých, když jsem vám to udělal! Odvolávám se na Boha! Špatní lidé!" (Sende kötüsün değil mi ? Neden ki, ben size ne yaptımda beni sevdiklerimden ayırmaya çalışıyorsunuz! Sizi Tanrı'ya havale ediyorum! Kötü insanlar!) Haykırarak dile getirdiğim sözlerle birden bakışları değişti ve ne olduğunu anlamadan biranda dibimde buldum onu. Nefesimi tutarak yakınımdaki güzel yüzüne bakarken, nefesi yüzümü yalıyordu. Ve... Tanrım, bu koku ondan mı geliyordu? Aynı portakal çiçeği gibi kokuyordu. Bu... Çok değişikti. Üzerime eğildi, eğildi ve kulağıma doğru fısıldadı. Sakallarını saçlarımda hisettim. "Pokud opět použijete slovo špatné, když se mnou mluvíte, nestane se vám nic dobrého, holčičko." (Birdaha benimle konuşurken kötü kelimesini kullanırsan, senin için hiç iyi şeyler olmaz küçük kız.)All Rights Reserved
1 part