İşte gidiyordu.
Bir daha hiç dönmeyecekti. Bir daha hiç olmayacaktı.
Sadece bir "Gitme." çıkabildi dudaklarımdan, yüzüme baktı ve, "Artık sözlerin merheme yara olmaya başlamışsa, içim'deki seni sus, için'deki beni duy." Son sözleri bunlar olmamalıydı! Arkasından, "Beni hiç olmadığın hayatından böyle ucuz kovamazsın!" diye bağırdım.
Geriye döndü ve, "Davet edilmediğin yerden kovulmazsın." dedi.
Son sözüydü... Gitti...
***
Kalır gibi gidişlerini izledim önce, sonra gider gibi kalışlarını... Ve anladım ki, ne sen gidebiliyorsun ne ben kalabiliyorum.
Öyle bir hayat yaşıyoruz ki şimdi; ağlamak
gülmenin mahkumu, gülmek ağlamanın gardiyanı gibi sanki... Ve anladım ki ne seninle ağlayabiliyorum, ne de sensiz gülebiliyorum.
Üzerine sinen benin kokusunu duymadan yaşayabilecek misin?
Çünkü, senden geriye sadece sen kalana dek terk edilmiş olmuyorsun...
***
Geçmişinden istediği tek şey çocukluğunu temize çıkarabilmekti. Çocukluğunu kurtarmak belkide.
Geçmişin izlerinden kurtulamadan bir gelecek kuramazdı kendine göre.
Ama nerden bilebilirdi ki, geçmişin izlerinden kurtulup bir gelecek umut ederken, o gelecekte mahkum kalabileceğini?
O, geçmişin küllerinden yeniden doğan, ama o küllerin çıkaracağı yangından bihaber olan kız çocuğuydu.