(Ara verilmiştir. Sebepleri 'sad story' bölümünde mevcuttur.)
"Tamam, tamam bulmayacaklar seni... İzin ver bana, saklayayım seni."
Öyle kurdu ki bu cümleyi... Öyle bir cümle kurdu ki fark etmeden... Onun için ne anlama geldiğini bilmesem bile kalbime delik açılmış gibi hissettim, kurşun yarası gibi... Dondum, titredim, bakakaldım gözlerine, kalakaldım öylece... Nasıl derler buna? Araba çarpmış, tokat yemiş gibi? Hayır, hayır... Tokat yemek böyle hissettirmiyor ki, çok incitiyor o... Çok yaralıyor, paramparça ediyor kalbimi. Bu bambaşka... Bambaşka bir şey. Bambaşka bir his.
Çok garip Allahım.
Bu adamın gözlerinin içine bakmak çok garip.
Açık penceredeki kısa tül uçuştu sanki, güneş çarptı gözlerime, bir şarkı ilişti kulağıma... Dedemin cızırdayan radyosundan gelen ses kesik kesik duyuldu odada. Rüzgar karıştı saçlarıma, serinletti tenimi, kıstırdı gözlerimi...
Ne zaman başımı sallayıp ona evet dedim, bilmiyorum... Anımsayamıyorum bir türlü... Kurduğu cümlenin eteğine öyle çok takılı kalıyorum ki, düştüğüm yerden dizlerimin üstüne bile kalkamıyorum.
Böyle bir cümle kuran adamdan gelecek zararı kabullenemiyorum.
Bana zarar verme Devran.
Ne olur.
Beni sakla Devran.
Sır gibi saklar mısın beni, gizli bir düş gibi?
Beni öyle saklarsan kendimi çekip alamam Devran...
Beni öyle saklama...
...
Evim yoktu benim, yuva oldu bana.
Gidecek bir yerim yoktu benim, yolların sonu oldu bana.
Devran ve Sırma.
İki evsizin birbirine yuva olma hikayesi.
Aşk suçtu.
Senin olmayan birisi için beslediğin duygular bir cellat gibi dikilirdi karşına. Sonra kollarına iki asker girerdi, o askerler başını bir kütüğün üstüne bastırırken boynuna inecek baltayı büyük bir sabırla beklerdi insan beklerdi ki, cellat alacak onun kellesini.
Ama o balta inmeden önce, dururdu zaman. Sabır kanatırdı insanın her bir zerresini, bir işkenceden farksız akardı saniyeler, bir sudan sessiz, bir dalgadan daha hırçın.
Aşk cellattı, ve o balta aşkın ellerinden inerdi insanın boynuna. Sevda cehennemdi, seni sevemeyen birinin aşkı ateşdi.
Kendi kalbini yakan, kendi kanını akıtan bir kılıçtı. İnsan nasıl saplardı kendi sırtına bıçağı?
İnsan ancak aşık olsa ihanet ederdi kendisine.
Aşk ihanetdi, aşk en büyük oyun ve insanın kendine yaptığı ihanetdi.
O Yavuz Payidar'dı, kendine en büyük ihaneti yapmış sırtına bir bıçak saplamış, boynunu bir cellatın önüne uzatmıştı.
O Payidar'dı, sevdalanmıştı.
Ve sevda, onun ihanetiydi.