Bu hikaye hep vardı, İnsanoğlu daha ete kemiğe bürünme'den asırlar evvel kainatın karanlık taraflarında güneşe rakip olacak kadar büyük, parlak ve içinde milyonlarca canlıya ev sahipliği yapan bir gezegen vardı, bu göz kamaştırıcı gezegenin adı varelek'di.
Zamanla bu milyonlarca canlının arasında savaşlar gerçekleşti, bu savaşlara ve yıkımlara dur demek için kâinatta'ki en güçlü ırk olan Ark'ler başa geçerek onları yönetti asırlar boyunca kâinatta ne bir kargaşa ne bir savaş gerçekleşti,
Zamanla bu barış yıkıldı, canlılar yönetilmek'den rahatsızlık duymaya başladılar lakin Ark'ler çok güçlü ve karşı konulamayack kadar korkutucuydular bu yüzden cadılar ve diğer canlılar kendileri için daha uygun bir gezegen aramaya başladılar,
Kainatın uçsuz bucaksız karanlığında gezerek bütün gezegenleri arklerden gizli bir şekilde aradılar ve sonunda dünyayı buldular, kendilerinden güçsüz ve kaosun hüküm sürdüğü bu gezegen varelekin küçük bir minyatürü gibiydi,
Yaşayan ırkların nerdeyse yarısından fazlası akın akın dünyaya geçitler açıp kendi saltanatlarını kurmak için düşüncesizce kaçmaya başladılar, dünyanın düzeni yıkılmaya ve sarsılmaya başladı, insanların ruhları daha yumuşak ve kırılgandı varelekde'ki canlıların ruhları saldırgandı bu yüzden dünya yok olmanın eşiğine yaklaşmıştı insanlar kıyametin geldiğini sandılar,
İnsanları ve varelekleri birbirlerinden ayırmak için başka bir ırk saklandıkları yerlerden çıktılar (doğdular) onlar kendilerine Helnsk dediler,
Dünya ve varelek arasında oluşan bütün köprüler ve geçitleri muhafaza edip onları korudular, dünya eski düzenine kovuştu ve Ark'ler Varelek halkına daha nazik ve geniş bir perdeden yönetmeye devam etti,
Ta'ki ark ve helnsk kanı taşıyan bir yıkım getiren gözlerini dünyada açıp ilk nefesini orda alana kadar....
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.