Sınırsız. Benim hayallerim, hedeflerim, planlarım, istediklerim sınırsızdı. Olan, biten her şeye normal insanlık gücü dışında müdahale edebiliyor, çözüm olabiliyordum. Ama bunu korkumdan hiç kimseye söyleyemiyordum. İnsanların benden korkmasını, hakkımda kötü düşünmelerini veya dalga, alay geçmelerini istemiyordum. Bu güçleri kullanmamak elimde değildi, ben büyücü veya başka bir şey değildim sadece insandım bende diğer çocuklar gibi dışarı çıkıp oynamak, gezmek, tozmak, koşmak istiyordum ama içimdeki ses sürekli benim herkesten uzak ve olabildiğimde gizli olmamı söylüyordu. Maalesef ki tek değildim, bedenime ait olan birde içsesim vardı ve onun korktuğu bazı cisimler. Onun korkusu bana sıçrıyordu yani bir şeyden korkunca ben korkmuş, çığlık atmış, kaçmış veya olaya ben atılmış oluyorum. Geceleri rahat uyuyamıyor ve normal rüyalar görmüyordum. Gerçi uykularım yok, uykularımın yerini alan farklı bir boyut, farklı bir dünya var. Herkes beni uyuyor zannederken ben farklı boyutta, farklı hayat yaşıyorum. Orası ne kadar eğlenceli ve manzarası muazzam bir yer olsa da asıl savaş orada yaşanıyordu, asıl macera orada devam ediyordu.
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.