"Kayıp Çocuklara birbirleri dışında hiç kimse yardım edemez," diye mırıldandım. Bütün gözlerin üzerimde olduğunu biliyordum. Bana bakan ela gözleri es geçtim. O gözlerde acılarımdan, yalanlarından başka bir şey görmüyordum.
"Bu gece kimse kimsenin yaralarını kanatmayacak," ela gözlerin içine baktım korkmadan o gece ilk defa, yanındaki sevgilisi ile değil de benimle ilgilenmesi kızılı sinirlendirmişti büyük ihtimalle.
"Bu gece size son bir şarkı söyleyeceğim, kırdığınız kanatlarımı iyileştirip özgürce uçacağım. Bu gece bir Kayıp Çocuk olarak değil, Buğlem Günay'ın kızı Eva Günay olarak sizin karşınızda duracağım." tam babamın gözlerinin içine baktım alayla.
Ben bu hayatın Külkedisiydim ve hiçbir zaman Sindirella'sı olmak için çabalayamamıştım. Beni Sindirella olabileceğime inandıran tek kişiye baktım. Mavi gözlerinde korku dışında gurur da vardı, gülümsedim. Ben bugün ruhuma hak ettiği şekilde bağlandıysam onun sayesindeydi ama unuttuğu bir şey vardı. Ben Külkedisiyken bile Sindirella olmaya dair hayallerim yoktu, bunu bana o katmıştı. Bana çare olmaya çalışmış, korkularımı bitirmek istemişti.
Ve benim korkularım bitmişti, onlarınki ise umurumda değildi. Piyano sesi salonda yankılanırken gece boyunca ilk defa kendimi güvende hissettim. Şarkıya kendimi kaptırırken gözlerimi sonunda mavi gözlerin sahibine çevirdim. Gözlerimden yaşlar art arda süzülürken gülümsedim. Elimi kaldırıp ona uzattım. Herkes şaşkınlıkla bakıyordu bana. Umursamadım.
"Veda etmeden gidilmez çocuk. Bu vedadan sayılmaz çocuk. Bir melek ölürken, böyle sessiz durulmaz çocuk!"
O gece bir Kayıp Çocuk gözlerini kapattı, o gece bir melek öldü, o gece geçmişimden kurtuldum ama geleceğime uçamadım tekrar kırılan kanatlarımla.
"Soyun!"
"Ne?"
Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu göster."
Tedirginlik içinde onlara baktığımda uzun bir masada oturan toplam on kişi görmüştüm. Ben kapıya yakın bir yerde duruyordum ve yanımda benimle aynı yaşta olan altı çocuk daha vardı. Sağımdaki kızın sol kolundaki yarasa damgasını gördüğümde sertçe yutkundum. Aynı damgadan benimde kolumda vardı.
"Neyi bekliyorsun?" Bu soğuk ses yaşlı adamın sağ tarafında oturan kişiden gelmişti. Başını önündeki dosyadan hiç kaldırmadığı için yüzünü iyi göremiyorum.
Hırkamı çıkardığımda benimle aynı hizada duran çocuklar koluma baktı. "Sende Yarasalardan birisin." Yaşlı adamın sesi huzursuz çıkmıştı.
"Nasıl damgalandığını hatırlıyor musun?" Yine o adam konuşmuştu ve hâlâ başı önündeki dosyadaydı.
İyi hatırlıyordum. "Hayır." Onlara güvenmiyorum.
Cevabım ile kalem tutan eli hareketsiz kalmış fakat başını kaldırmamıştı.
"Artık bizi neden buraya getirdiğinizi açıklayacak mısınız?" Yanımdaki çocuklardan biri konuşmuştu.
Yaşlı adam sıkıntıyla bir nefes alarak bizlere baktı. "Aslında hepiniz aynı çocuk yurdunda bir zamanlar kaldınız. Peşinde olduğumuz biri var ve o yurttaki otuz çocuğu damgaladı. Şimdi yeniden ortaya çıktı ve Yarasaları bulup hepsini öldürüyor." Sanırım Yarasalar biz oluyorduk.
"Bizimle işbirliği yapmak zorundasınız, tabii yaşamak istiyorsanız?" Masadakilere döndü. "Herkes kendi eğiteceği çocuğu seçsin. Unutmayın seçeceğiniz çaylaktan siz sorumlusunuz."
Burada neler olduğunu anlamıyorum.
Masadakiler bizi incelerken o başını hiç kaldırmayan adamın sesini duydum. "Gözlüklü kızı ben eğiteceğim."
Burada gözlük takan sadece bendim.