Duyduğum çığlıkla yerimden sıçradım,gecenin bu vaktinde nerden gelmişti bu ses olduğum yerden etrafıma baktım ama kimse görünmüyordu, tekrar çığlığı duydum elimdeki şemsiyeyi yere atıp sesin geldiğini yöne doğru koşmaya başladım, yağmur şiddetini arttırmıştı kıyafetlerim sırılsıklam olmuşlardı. Çıkmaz sokağın önüne geldiğimde gözlerime inanamadım nefes alışverişim o kadar hızlanmıştı ki başım dönmeye başlamıştı ,yerde çaresizce yatan bir kadın ve önünde onu arabaya bindirmeye çalışan iki adam ,ne oluyordu burda?bu saçmalıkta neyin nesiydi? Belliki kadını kaçırıyorlardı ,korkudan dizlerim titriyordu ,bir şey yapmam lazımdı, ayaklarım sanki asfalta yapışmış gibiydi hızlıca yanlarına koşup kadını tutan adama vurmaya başladım...
Yokluğunda hüzün sarar gecelerimi,
kalemim yazmaz sessizlikte,
öksüz bırakır şiirlerimi,
senden uzakta ne acılar içindeyim bir bilsen,
gözlerimde bulutlar ,
ha yağdı ha yağacak,
gelmezsen bilki ,her damla mısralarıma akacak.
Aşk suçtu.
Senin olmayan birisi için beslediğin duygular bir cellat gibi dikilirdi karşına. Sonra kollarına iki asker girerdi, o askerler başını bir kütüğün üstüne bastırırken boynuna inecek baltayı büyük bir sabırla beklerdi insan beklerdi ki, cellat alacak onun kellesini.
Ama o balta inmeden önce, dururdu zaman. Sabır kanatırdı insanın her bir zerresini, bir işkenceden farksız akardı saniyeler, bir sudan sessiz, bir dalgadan daha hırçın.
Aşk cellattı, ve o balta aşkın ellerinden inerdi insanın boynuna. Sevda cehennemdi, seni sevemeyen birinin aşkı ateşdi.
Kendi kalbini yakan, kendi kanını akıtan bir kılıçtı. İnsan nasıl saplardı kendi sırtına bıçağı?
İnsan ancak aşık olsa ihanet ederdi kendisine.
Aşk ihanetdi, aşk en büyük oyun ve insanın kendine yaptığı ihanetdi.
O Yavuz Payidar'dı, kendine en büyük ihaneti yapmış sırtına bir bıçak saplamış, boynunu bir cellatın önüne uzatmıştı.
O Payidar'dı, sevdalanmıştı.
Ve sevda, onun ihanetiydi.