"Biz sadece bedenlere sahip olan ruhlarını yitirmiş, yaşıyan ölülerdik." "Ama sen kalbimdeki mezarlığa girme, orası çok kalabalık. Seni de kaybetmek istemem." Dedi daha 9 yaşında hayatın bütün acımasızlığına, yüküne katlanan küçük kız. Mezar taşına sırtını dayadı, her zaman yaptığı şeyi yaptı. Yazdı. Acılarını, çaresizliğini, onunla yaşadığı anıları. Çünkü yazmazsa unuturdu. Unutmak demek ölen birini 2. Kez öldürmek demekti. Hazal bunu istemiyordu. Onu 2.kez öldürmek istemiyordu. "Özlüyorum, eski günleri, eski huzuru, eski beni, en çokta seninle olan günleri. Bazen yazacak kelimem kalmayacak diye korkuyorum. Kelimelerim tükeniyor. Sana yazacak bir şeyim kalmamasından korkuyorum." Uzun bir iç çekti,sonra yazmaya devam etti. "Kader ve hayat... İkisi aynı terimler. İkisi de acı sonlu. Benim kaderim, sonu gelmeden hüzün dolu olmuştu. Benim kaderimde o son nefesini verirken, eski ahşap merdivenlerden akan o koyu kanın rengine bakıp gülümsememdi. Evet, gülümsedim. Belki de en içten gülümsemem olmuştu o benim. Ama ne var biliyor musunuz? Bir daha hiç içten bir şekilde gülümsemedim. İnsanlar öldüğünde ağlarız, ama ben ağlamadım. Gülümsedim." 9 yaşındaki küçücük kız çocuğunun o huzur dolu gülümsemesini en son gören kişi, hayattaki en büyük düşmanıydı...