"Bacağımı mı keseceksiniz?" "Evet. Maalesef. Kaybedecek zamanımız yok. Hemen şimdi sizi ameliyata almamız gerekiyor." Bir çırpıda söylemiştim bunları. Deminden beri boğazımda sıkışmış ve söylenmeyi bekleyen tüm kelimeleri işte şimdi bir anda özgür bırakmıştım. Özgür bırakmıştım bırakmasına da karşımda ki kadın bu kelimelerle nasıl baş edecekti şimdi? Nasıl dayanacaktı? ....... Şu an feryat figan ağlaması, ayağımı kesmeyin, bu halde nasıl yaşarım diye söylenmesi gereken insan hiç tepki göstermemiş ve sadece susmuştu. Onu hayretle izlerken telefon çaldı. Arayan Kerem Hoca'ydı. Ameliyathanenin hazır olduğunu Hasna Hanım'ı beklediklerini söyledi. "Hazırlanmanız gerekiyor. Birazdan sizi ameliyata alacağız." diyebildim. "Tamam Doktor Hanım kızım." "İyi olacaksınız. Korkmayın." "Korkmuyorum Doktor Hanım kızım. Emanetçiyim ben. Emanetin Sahibi emanetini almayı uygun görmüş bana da eyvaAllah demek düşer." Ben dediklerinin anlamına yetişemezken yorgun çehresine bir gülümseme takmış sedyenin üzerinde bunları söylüyordu. Acıyarak ve hayretle onun ameliyata götürülüşünü izlerken onun aksine ben korkuyordum. Canım acıyordu tanımadığım bu kadın için. Bundan sonraki hayatına tek ayakla devam edeceği için üzülüyordum. Daha gençti üstelik. Kırk-kırkbeş yaşlarındaydı ve böyle olmamalıydı bana göre. Erkendi. Oysa hastalıklar ve musibetler ve dahi ölüm, yaşa bakmıyordu. Ölenler hep ihtiyar değildi ki. Bu hastanede görev yaptığım şu bir sene içinde kaç kişinin ölümüne şahit olmuştum. Kaç kişinin ağır hastalıklarına şahit olmuştum. Neden bilmiyordum ama ilk defa bir hasta için bu kadar üzülüyor, canım yanıyordu. Vakit sabaha doğru akıp giderken, gün nazlı bir gelin gibi sabah doğacak güneşe hazırlanırken, hastanenin alt katında bir insan sol bacağına veda ediyordu.