Kendimi bilmeden koşuyordum. Kulağımda rüzgarın uğultusu, başımda yağmurun sesi... Beynim ise tamamen farklı yöne koşuyordu. Olaylara inanamamakla beraber gerçeğin acısı kırbaç gibi beynimde şakıyordu.
Beynimdeki tonlarca düşünce, kalbimdeki acı, öfke, nefret kanımdaki her zerreye hücum ediyordu. Düşünmemi imkansız, hissetmemi olanaksız kılan bu durumdan kurtulmak için hızla koşarken birden dizlerimin üstüne düştüm. Arabaların çıkardığı uğultu otoyolda yankılanırken düşünceler içinde kaç dakika yerde kaldığımı hatırlamıyorum. Kafamı kaldırdığımda yağmur kesilmiş, güneş yavaş yavaş belirmeye başlamıştı. Ellerimden destek alarak ayağa kalktım ve kalan son gücümle yürümeye başladım. İlerdeki benzin istasyonuna doğru ağır adımlarla yürümeye devam ettim. Kendimi kontrol etmek için lavaboya girdim. Aynadaki yansımam ben olamazdım. Ağlamaktan altı şişmiş ve kızarmış gözler , patlamış alt dudak ve şimdi de ifadesiz gözlerle aynadaki yansımama bakıyordum. Ve on an kendime söz verdim. Jake Kane'e hayat ne demek öğretecektim.