İyi misin? Kendime kaç defa sordum bu soruyu? İyiyim dedim kendi kendime. Her seferinde iyisin, korkma dedim... Ama bir şeyler yanlıştı, eksikti, bozulmuş ve kaybolmuş gidiydi. Kendimde değildim. Sandığım her şey aslında değilsin diye haykırıyordu her geçen gün. Ne sanıyordum? Güçlüydüm, altından kalkabilirdim, cesurdum, dayanabilirdim... Ama sandığım kadar ne güçlüymüşüm ne de cesur. Dayanamazmışım bir kere, sonra korkakmışım da. Zihnim bedenimi yönetiyordu, bedenimde ruhumu... Hiçbir şey yokken bile (ama gerçekten hiçbir şey) bilinç altım iki elinde sanki koca bir siren tutar gibi bağırıyordu. Tehlike! Bir gün gelir ve anksiyete siz hayatı gır gıra alıyorum zannederken bile sizin boynunuza sarılır ve kalbinizi boğmaya başlar. Ünlü bir psikolog ressamın kaleme aldığı o ilginç çizim gibi. Kalbi korkunç elleri arasına almış uzun tırnaklarıyla dayanılmaz bir acı bırakıyor anksiyete denilen canavar. Sıkışmış halde korku içinde kalp eziliyor. Ve biri sanki göğsüne kızgın sular dökmüşçesine... alev alev yanıyor. Parmakların, ellerin, kolların, boynun, dudakların ve yüzün uyuşuyor, kulağın duyuyor ama anlamıyor. Ellerin kalem tutamıyor ve ayakların yürüyemiyor. Sorulara cevap bile veremiyor. Çünkü bilinç altın kendini öyle bir savunmaya almış ki ve tehlike onun için o kadar yoğun ki artık kontrol sende değil, onda. Bu duyguyu bilir misin? Bu şekilde yaşayamam dediğin ve ne zaman öleceğim diye kendine sorular sormanın nasıl bir çaresizlik içinde bıraktığını bilir misin? Ben biliyorum.