Uzun yolların bitim noktasına erişmek bir hayaldir. Ulaşmak için yürür durursun. Belki ayakların kanayana kadar. Kimi zaman oturur, dinlenir, tekrar kalkarsın. Sırtının pekliği, karnının tokluğu önemli değil. O bitime ne şekilde ulaştığın değil, ulaşıp ulaşmadığın daha önemlidir. Vücut şekilden öteye gidemez. Hal ruhla münasebet içerisindedir. Vücut parçalara ayrılsa da sen ilerlediğin yolda ruhunu daha da iyileştiriyor ve yaralarını sarıyorsundur. Kilometreler birer ilaç, birer devadır. Yol boyu melal olmak ruha şifaya dönüşür. Küçücük, çelimsiz bir balığın okyanusun en derinlerinden, mavi ve aydınlık suya ulaşması gibi. Ama bazı zamanlar olur. Bir yerlerde durursun. Neden durduğunu, kimin durdurduğunu, durduğun yerin yoksa ''bitim noktası mı?'' olduğunu anlayamazsın. Anlatmazlar. Ruha şifa arayan bir seyyah isen eğer, tezahürü beklemen, hatta arayıp bulman gerekir. Durdurulduğun o noktada, ayaklarının altındaki kum tanesi bile olayın bir kahramanıdır. Her şey o yolcu için oradadır. Âşık maşuku, maşuk ise gelmekte olan ''aşkı'' için bekler. Çölün kızgın suları gibi suya hasret, Gülün Yokluğunda sararıp solduğu bülbülü gibi gurbet kokar o an, o nokta. O durak şifa mıdır cefa mıdır, kader midir yoksa gayret midir bilemezsin. Kırk kapı ardına saklanır hakikat. Sorar, sorar yine sorar durursun. Kırk soruya bir kilit verirler avuçlarına. Ayaklarının altındaki kum tanesine sormak gelmez mi hiç aklına? Belki otuz dokuz kilit de ondadır.