Tanrı'm.
Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır.
İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver.
Tanrı'm.
Donuyorum, buzlarımın kristallere dönüşmesine yardım et.
Tanrı'm.
Nefes alamıyorum.
Fiziksel olarak dayanamadığım kaçıncı acı bu, bilmiyorum. Geçmişe gittikçe çoğalan çiziklerin olduğu, büyük bir çetelesi var şiddetle tanışma öykümün.
Tanrı'm.
Beni bağışla çünkü hakkım olmayacak ve haddim de olamayacak kadar huzurlu günler istiyorum.
Tanrı'm.
Beni bağışla çünkü günahtan yanmış yüzümle, utançtan kızardığı belli olmayan yüzümle, karşına çıkıp mutluluk istiyorum.
Tanrı'm.
Kendi kanını akıtmış birine sen bile destek olamazsın.
Adalet, Tanrı'nın şefkatidir.
Ben şefkati hiç hak edememişim; etseydim, bana uzatacağın el çivilere bulanmış olmazdı.
Adilsin Tanrı'm, özür dilerim, zaten hak ettiğimden daha fazlasına sahibim. Doyumsuz, burnu havada bir insan evladıyım.
Sadece Tanrı'm, sadece nefes alırken ciğerlerim yanmasın istiyorum.
Uyuşturucunun tozu bulaşmış buradaki çocukların ayaklarına, yanıma gelirken getirdiler, sebep olduğum zehirden kaçamıyorum.
Soluduğum zehri bizden söküp almazsan tüm insanlara birkaç cümle armağan edecek bu günahkâr ve cehenneme direk olacak kul: Bir bardak suyun karşılığı tüm hayatını tepetaklak etmek olan çocuklar tanıyorsunuz, kan torbaları yumruklayan çocuklar gibi, rahatça nefes alamayacak çocuklar gibi, nefes alırsa hasta ciğerlerini temiz hava çürütecek çocuklar, çıplak ayaklarında yok olmuş ayakkabılar; anne karnı hapishane ve dışarısı sürgün yeri, geçip giden güzleri tutamıyorsunuz ama acı dolu günlere bakabiliyorsunuz. En azından buna iznimiz var.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....