Uzun bir yolculuğun ardından zaman gelmişti. Artık yaşamanın pek de önemi yoktu. Eninde sonunda sonun gelecekti ve ben sadece bunu biraz daha hızlandırmak istiyordum.
Ailem; yüzünü, kokusunu, neşesini, sevgisini, saygısını göremediğim ailemi kaybetmiştim. Sizce de haksız mıydım? Tek kalmış bu hayatta yaşamanın bir önemi var mıydı?
Yoktu, sevdiğin kişileri dünya'da değil -zaten olmadı- ama ölümden sonraki yerde görmek isterdim. Pek bilmem böyle şeyleri, bildiğim tek şey onları orada göreceğim.
Artık yolun sonuna ve sözlerimin sonuna geldiğimin inancındayım. Hayat beni buraya kadar getirmişti, büyütmüştü, yaralamıştı ve şimdi sonumun geldiğine inandırıyordu.
Ellerimde kızımın küçücük fotoğrafı ile anneannemin verdiği aile fotoğrafı vardı. Önümde uçurum, arkamda bıraktığım hiçbir şey, aklımda sevdiklerime ulaşacağımın bilinci ve vücudum adrenalin ile doluydu.
Arabamı çalışırdım, gaza kökledim ve -neredeyse 100 metrelik uzaklığımda- uçurumun aşağısına, ölümün beyazına doğru intihar adımı attım.
"Tatlı dile, güler yüze
Doyulur mu, doyulur mu?"
Sesli kahkahalar eşliğinde Neşet Babaya eşlik ediyordum, rakı bardağını kafama diktim ardından gözlerim karşı masaya kaydı. Dirseklerimi masaya yasladım, elimdeki rakı bardağını masaya indirdim usulca.
Geldiğimden beri bakışları bakışlarımdan ayrılmayan adama gülümsedim nazlı nazlı. Daha sakin ve yumuşak ve sessiz çıkmaya başladı sesim,
"Aşkınan bakışan göze
Doyulur mu, doyulur mu?"
Kollarını göğsünde bağlamış, bal gözlerin sahibi bana cürretkar bakışlarla bakmaya devam etti, bir ara dudağının köşesi kıvrılır gibi oldu yanımda oturan insanlar umurunda değildi o kendinden emindi. Geceyi onun kollarında bitireceğimden emindi.
***
Hikaye tamamen kurgudur. Gerçek olay ve kişilerle alakası yoktur.