''Sana sinirlenmiyorum, bağırmayacağım ve umurumda bile değilsin. Sadece bir şey istiyorum senden; lütfen burada kal...'' dedim kısık ama duyulabilecek tonda bir sesle. Sonra kalktım, arkama bakmadan öylece uzaklaştım. Saatlerce yürüdüm, yüzlerce metre aştım, binlerce göz yaşı döktüm ve en önemlisi tüm hayatımı gözden geçirdim. Peki ben neydim? Neydi bu tüm yaşadıklarım? Ve bu zamana kadar taşıyabilirken, alışmışken neden birden ağır geldi tüm bunlar... Onlarca saat, yüzlerce dakika, binlerce saniye düşündüm o an, beni ayakta tutan tek şey bir cümleydi ''Kendi canına kıyanlar cennete giremez...'' cennete girmek bile aklımdan çıkmışken ben annem cennettedir diye kendi canıma kıyamıyordum... Ben kendime ondan emanettim. Ben ondan geriye kendime kalan tek şeydim...
"Bir daha yüksek sesle konuşma yok tamam mı?" Sesinde yumuşak bir tını vardı. Normalde ona göre olmayan bir sesti. Yutkunmamak için zor tutum kendimi.
"Niye ki?" Demeden edemedim. Merak ediyordum benim ondaki yerim neresiydi?
"Sesinin kısılmasını istemiyorum Akça." Şuan başka bir durumda olsak anında 'yaa' diye demeden edemezdim ama şuan gülümsemedim. Kızgındım ya ben ona.
"Niye?" Dedim tekrardan. Sinirlenmesini bekledim ama sakince soruma cevap verdi.
"Senin sesini duymam gerekiyor."
"Niye?" Sabır diler gibi başını iki yana salladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gamzelerini göstererek gülümsedi.
"Sesin bana huzur veriyor."