Boylarını aşmış günebakanların arasında koşturup duruyordu çocukluk. Avuç içleri okşardı hep rüzgârda salınıp duran yemyeşil kalp gibi yaprakları. Ay düşer, günebakanlar boynunu bükünce bile o tarlada kalırdı çocukluk. Zaten nereye giderdi, yöresi neresiydi ki onun? Rengi neydi, nasıl kokardı? Mavi, dedi İrfan. "Masmavidir çocukluk." Turuncu bir sonsuzluktu Feza'ya göre. Celil beyaz bildi, Asude siyah gördü. Şifa için alaca bir kızıllıktı sadece. "Tıpkı o günebakan tarlasındaki gibi sarı." diye anıları deşti Nüha. Ve yaraları da. "Bizdik çocukluk, Mihri Vadisiydi. Yıllar öncesiydi." dedi yabancı bir ses. Paylaşılan o çocukluğa ait olmayan bir ses. Her bir renge gölge düşüren, huzursuz edici bir sesti bu. Aynı zamanda Nüha'nın zihninde yer edinmiş bir cümleye ev olmuştu o ses. "Belki bir gün o vadiye tekrar döneriz." Şimdi, hepsi o vadideydi. Dokuzuncu Mayıs'tan sonra ilk kez.