Yiğit, elindeki flaşı açık telefonu ışığı asansörün tavanına vuracak şekilde yere bıraktıktan hemen sonra elleri yanaklarımı kavrayarak, "Hadi Eylül, derin bir nefes al."
Kulaklarım uğulduyor, görüş alanım arada bir netleşip bulanıklaşıyordu. Kendimi, aklımı toplayıp dudaklarımı aralayacak konumda hissetmiyordum. Nefesim git gide daha da daralıyor, gözlerim kapanmamak için göz kapaklarımla savaş veriyordu.
"Eylül, bana bak." Söylediklerini uğultu şeklinde duysam da ne yazık ki cevap veremiyordum, sadece hafif aralık gözlerimle yüzüne bakıyor, söylediklerini dinlediğimi anlaması için gözlerimi yumup açıyordum.
"Eylül!"
"Eylül, sakin ol."
"Eylül, nefes al."
Yiğit'in git gide yükselen sesi ile tedirginliğim daha da artarken yanaklarımı kavrayan büyük, kemikli soğuk elleri ve dudaklarımda hissettiğim bir erkeğe göre oldukça dolgun i dudakları bütün sistemimi çökertmeye yetecek kadar yoğun duygular hissetmeme sebep oluyordu.
Vücudumdaki kan az önce çekilmiş, vücudumu buz kaplamışken şimdi fazla miktarda pompalanan kan ile bütün vücudum sıcaklamıştı. Hareketsiz duran dudakları bir süre sonra hareket ederek ağzımı aralamamı sağlarken bir anda kontrolü tamamen eline alarak işaret ve orta parmağı ile çenemi hafifçe yukarıya kaldırdı. Burnundan aldığı derin nefesleri bir bir dudaklarımın arasına bırakırken, titreyen ellerim ve bedenimle bir süre hareketsiz kaldım. O ise durmadan aynı işlemi birkaç kez tekrarladı. Yanaklarımdaki ellerinin baş parmakları elmacık kemiklerimi aşağı yukarı okşarken göğüs kafesimi zorlayan kalbimin atışlarını duymaması imkansızdı.
Saniyeler içinde ciğerlerime ulaşan onun nefesi kendimi biraz olsun sakinleştirmemi sağlarken dudakları dudaklarımın üzerindeyken gözlerimi yavaşça araladım.
~Yiğit bir adamın Eylül masalı.~
Sıradan bir mahalle hikayesidir, aksiyon içermez.
"O silahı elinden indir!" Dediğimde yan duran vücudunu bana doğru çevirdi ama o silah abimin alnına daha çok yaslandı.
"Yoksa?" Diye soruşu meydanda ki bütün insanları endişelendirmeye yeterdi.
Çenemi herkesin inadına dikleştirip "Yoksa sana yemin olsun ! Bu meydanı kanınla yıkarım!" Diye bağırdım.
"Efsun!" Diyen abime bakmadım, yüzü kan içindeyken ona bakıp gardımı düşürebilirdim.
"Demek kanım ile yıkarsın ha !" Dediğinde fısıltısı bile meydanı inletti.
"Azad ağa, yaparım bilirsin! Bu seni ilk vuruşum olmaz!" Deyişim onun kaşlarını çatarakken kalabalıktan bir kaç kişinin kaçmasına sebep oldu.
Koskoca Mardin!
En iyi o bilirdi yıllar önce nasıl AZAD KARAASLAN'ı gözümü bile kırpmadan vurduğumu.
O gün Mardin yasa bürünürken Diyarbakır'da zılgıtlar eşliğinde bir çok kapıda düğün yapıldı.
Ben EFSUN ŞANLI...
Yıllar önce babamın kanını akıtan adamın kanını bu meydanda dökmüştüm.
Zerre korkmadan, zerre aşkımı aklıma getirmeden.
Bunu tekrar yapacağımı onun gibi Mardin de biliyordu.
"O halde durma, yine elin titremesin!" Dediğinde onunla beraber tetiği indirdim.
Arkamda koskoca Diyarbakır'ın en büyük aşireti olan Şanlı Aşireti vardı.
Benim Aşiretim!
Onun da arkasında Mardin'in en büyük aşireti olan KARAASLAN aşireti vardı.
Liderliğini onun yaptığı Aşiret.
"Abi'mi bırak azad ağa!" Dedim durması için.
"Babam gibi onun da kanını akıtmana izin vermem! Babamın kanı için sadece senin kanını döktüm ama Vallahi, Billahi ve Tillahi abim için ailende ki herkesin kanını dökerim!" Diye devam ettim.
Uğultular arttı da arttı.