Öylesine sükûnet vardı ki kainatın başında,
Hüküm süren bir hiçlik, bir sessizliğin ardında.
Her yerde yokluk, boşluk; kainat bir hayalet,
Karanlığın sarmaladığı, soluk bir siluet.
Bir nefessizlik, bir hayatın var olmadığı çöller.
Karanlık, boğucu bir sis içinde süzülen göller.
Zamanın durduğu, ölümün raks ettiği an,
Ta ki o eşsiz ışığın parladığı zamana dek.
Her bir zerrenin titreştiği, değişen evren,
Kudretli Yaratıcı'nın eserini bezen.
"Işık olsun!" dedi, ve ışıkla doldu kainat,
Ay, güneş emrine amade; kutsal bir ritüel.
Suların ayrıldığı, toprakların belirdiği ilk gün,
Meyveler filizlenip, bereketin sarıp sardığı dön.
Ve Tanrı insana bir şans tanıdı, bir fırsat sundu,
Fakat insan? O hep bir adım öteye gitti, tükenmek bilmedi.
Yedi ölümcül günah, insanoğlunun gölgesinde doğdu,
Yaratılan ışık, insanın elinde karardı, söndü.
Gecenin gündüzle, denizin katranla buluştuğu an,
Bir gözyaşı, bir öfke, Yaratıcı'nın yüzünde bir iz bıraktı.
Ve Yaratıcı, kudretli bir kararın eşiğinde durdu,
Dünya yarılıp, derinden bir savaş çağrısı duyuldu.
Seçilmiş olana seslendi Tanrı,
"Kalk, Thanatos, Uyan!
Yeniden doğma vakti geldi."