Yıkılmış bir ev düşünün, kapıları sökülmüş, camları parçalanmış ve sıcaklığından eser kalmamış... Sadem o evin kendisiydi. Dudakları tebessümünü yitirdiğinde, kendini bambaşka, tanımadığı bir şehrin, bilmediği bir evin penceresinden uzaklara dalarken buldu kendini.
Fakat, buzun üzerine attığı adımla öyle bir hayata tutundu ki, elindeki renklerinden arınmış fırçayı ısrarla mavi bir boyaya daldırdı ve yüreğine ilmek ilmek işlediği hayallerini maviye boyadı.
Hayaller.
Mavi hayaller.
Bir bulut olduğunu düşündü, o bir buluttu ve gökyüzü ise onun hayalleri.
Sonra hayallerinin ortasında bir adamı gördü. O susuyordu, o bakmıyor, o ısrarla görmüyordu.
O da buzun üzerindeydi,
Mavi hayalleri yoktu belki ama...
Kesinlikle ruhunu maviye teslim etmiş bir adamdı.
Ben : anneni ara.
Oğuz:ne ?
Ben: sen sinem teyzenin oğlu değil misin?
Annen onu aramanı söylüyor.
Oğuz : peki bunu o niye söylemiyor ?
Ben : şarjı bitmiş?
Oğuz : şarjı bitmişse ben onu nasıl arayacağım peki ?
Ben yazıyor...
Ben çevrimiçi...
Ben : bir dakika oha doğru?
Şarjı bitmişse nasıl arayacaksın ?
Oğuz : bu küçük detayı yeni fark etmen gözlerimi yaşarttı.
Ben : sen bana Altan altan laf mı soktun ?
Hayırlı bir evlat olup annen ara demeden arasaydın böyle olmazdı 🙃
Oğuz : şimdi de sen mi bana laf sokmuş oldun?
Ben : haspinAllah sınanıyorum herhalde , git ara ne bilim ben ya.
Laf filan da sokmuyorum ayrıca.
Oğuz : sen kimsin ?
Ben: komşunuz ?
Oğuz : komşumuz kim?
Ben : evine gelseydin bilirdin.
Oğuz :geldiğim zamanlarda oldu ama tanımıyorum seni ?
Ben : o da senin kayıbın olsun hayırsızlığı bırakıp evine uğrarsın artık belki ?
Oğuz : bu aralar sanmıyorum.
Ben : benim ruhumda hayırsızlık diyorsun.
Oğuz :hayırsız olsaydım bu vatanı korumak için canımı feda etmezdim.
Ben :ne ?
Oğuz: tek hayırsız ben değilmişim anlaşılan , komşusunun oğlunun mesleğini bilmeyen bir komşu kızı.
Ne üzücü.
Tanışalım yüzbaşı Oğuz Türk...