"Ben senin gölgene falan sığınmadım. Ben 17 yaşımdan sonra senin adını bile ağzıma almadım." "Ama ben seni takip ettim. Her zaman ediyordum. Hatta ve hatta o askerle aranda geçenleri bile biliyorum. Yazık olacak askere. Neydi adı? Imm Fez- hah hatırladım Feza." "Marco! Sakın onu karıştırma bu işlere. Eğer karıştırırsan istemeyeceğin şeyler olur." "Ne gibi mesela?" dedi beni ciddiye almayarak. Bilmiyordu ki elimde onu bitirecek çok büyük hamleler vardı. "Aklının sınırlarını zorlayacak şeyler." anlamıştı. Ne demek istediğimi anlamıştı. Çünkü zaafına oynuyordum. "Bu konu saçma sapan şeylere döndü. Madem evlenmek istemiyorsun benimle İtalyaya gel." Bu adam benimle dalga geçiyordu. Derin bir nefes alıp gülmeye başladım. "Güldürme beni dede." " O zaman benimle İstanbul'a dön." "İstanbul mu?" "Evet orada benim hastanem de çalış." "Teröristlere mi bakmamı söylüyorsun? Çok şey istiyorsun Marco." diyip ayağa kalktım. "Ve sen hayal etmeye devam et." diyip Elimde ki buruşmuş kağıdı çöpe atıp odadan çıktım. Artık ne olursa olsun umurumda değildi. Çünkü korkmuyordum o adamdan ve yapacaklarından. Poyraz diye bildiğim adam sırtını duvara vermiş bana bakıyordu. Ona doğru yürüyüp tam karşısında durdum. "Oo Poyraz Bey. Ah pardon Ilgaz mı demeliyim yoksa?" "Ne saçmalıyorsun?" derken kolumu sert bir şekilde tutmaya başladı. Sanırım dedesinin onu odadan kovması zoruna gitmişti, Yazık. "Saçmalayan ben değil sizsiniz. Ve dedene söyle canımı yakarsa canını yakarım." diyip elini sert bir şekilde ittirdim. Bugün olanlar yeni bir Umay'ın doğuşuydu. Artık eski Umay yoktu. Ve benden korkması gereken bir dedem vardı.