"Biliyor musun? Gözlerinde hapis hayatı yaşayan o çocukla, bizzat senin aracılığınla tanışmayı çok isterdim.
Belki elini tutup çekip çıkarırdık o'nu oradan. Özgür olurdu yeniden.
Lâkin şimdi fark ediyorum ki aslında o çocuk, ölü bir çocuğun ruhuymuş. Hiçbir şeyin o'na bir faydası olamazmış ki zaten. Gözlerinde ki çocuk bile ölmüş senin...
Ben o çocuğa ulaşmak istedim, sen ise o'nun katiliyle birlikte beni de öldürdün.
Artık gözlerimden yaş bile akmıyor. O'nlar bile senin için tükenmek istemeyecek kadar kırgınlar sana. Gülüşlerim terk ettiler beni. Kahkahalarım geri dönmemek üzere veda ettiler.
Yani; benden geriye, bana bir şey kalmadı. En esası, bende hiç sen kalmadı. Yaşamımda bir anlam, gülümsetecek bir sebep, yarınıma bir umut, gelecekle ilgili hayal kuracak bir heves... hiçbiri yok, kalmadı. Tükendi. Tükettin.
Ben Bittim. Biz Bittik. Her şey bitti.
Bu bir veda değil, köklü bir bitiş. Senin bitirdiğin bir hikaye. Bu mektuptan sonra duyacakların, yarınlarımızı tek seferde yok edişinin mükafatı olacak sana.
Mükafatının Keyfini çıkar... Öyle bir çıkar ki, Kalbimi söküp çıkardığın günki küvetinin, aslına gücünün yarısı bile olmadığını fark edip, 'var gücümle attım seni, benden' dediğin için utanç duyasın.
Zira, Atsaydın şu ân bu mektubu okumazdın.
Ama ben attım. İçimden değil belki ama kendimle 'birlikte' attım seni de Lavinia.
Ahh Lavinia. Sana verdiğim bu adın bütün anlamlarını, öyle güzel taşıyorsun ki...
Ölüm çiçeğinin, bir şeyi bitirişi ölümle olmalıdır öyle değil mi? Bu yüzden de, bana kurduğun o acı kelimenin hakkını vermeye gidiyorum.
Bitti demekle 'her şey' bitmiyormuş. İnsanların hikayesi anca ölünce tamamen bitermiş.
Bu yüzden de, kendimi bitirmeye gidiyorum sevgili.
Hosçakal demeyeceğim zira hoş kalmanı değil, sana bıraktığım bu acılarla yaşamanı istiyorum."