Kül kokan kadının teni kavrulmuş adamına... ~ Karşımdaki adam bitik durumdaydı. Heybetli duruşundan eser yoktu. Yıkık, bitik ve sönüktü. Karşısındaki kadın ise bendim. Mahrur duruşumdan eser yoktu. Sağlam, dinç ve parlıyordum. O diplerdeydi, bense doruklarda. Ortak nokta denebilecek bir şey yoktu. Tek bir şey hariç: -Geçmişimizde yaktığımız yangının küllerinin geleceğimizi yakması. "Sorsana..." Boynunu sağa sola yatırarak kütletti. Kaşlarımı çattım. "Sor." "Neyi?" "Biliyorsun." Dudaklarını ıslattı. "Biliyorum." "Cevabımı da..." "Evet." Hiddetle ona döndüm. Yıldızların aydınlattığı kadarıyla seçebildiğim kara gözlerinde gördüğüm yansıma zamanla değişerek aynı gözlerde gördüğüm başka bir yansımaya dönüştü: Üstü başı yırtık, kabarık küt saçlarının ucundan üstüne damlayan kan damlaları ve korku dolu gözleriyle bakan küçük bir beden, çok uzağında olmayan yangın ile aydınlanıyordu. Kaşlarımı daha çok çattım. "Ne sanıyorsun?" Daha güçlü bir sesle: "Ne sanıyorsun!?" Geniş omuzlarını itekledim, yerinde çok oynamasa da ruhunu silkeleyebildiğimi biliyordum; bunu yapabilecek tek kişinin ben olduğumu bildiğim gibi. "O geceyi yeniden yaşasam, seni durdurmayacağımı mı?" Sessiz kaldı. Sessiz bir onaylama... Kaşlarımın arasında oluşan göçüğe kendimi gömmek istedim o an. İşte o zaman bütün sağlamlığım, dinçliğim, parlaklığım yok oldu. İşte o zaman, ikimiz de aynı bataktıkta gözlerimizin içine baka baka son nefeslerimizi verdik. "Yanılıyorsun..." "...Yaşamak için yaktıklarımızın külleri yaşayacaklarımızın üzerine düşeceğini bilseydim belki de yakmak yerine, yanardım"All Rights Reserved
1 part