Hayatta hepimizin 'Keşke!' dediği anlar vardır. Keşke şunu yapmasaydım, keşke oraya gitseydim, keşke şunu söyleseydim...
Benim keşkelerim çok küçükken başladı. Daha konuşamayacak kadar küçükken yetimhaneye verilmiş, altı yaşımda evlatlık verilmiştim.
Benim keşkelerim hep başkalarının hayatının üzerineydi. Küçük yaştan itibaren kendimi kendim hariç herkesi düşünmekle yükümlü tutmuş, yıllarca bu görevi yerine getirmiştim.
Daha sonra evime gelen bir not parçası, bu yaşıma kadar çektiğim tüm acıların saçma olduğunu, beni yıllar önce terk eden ailemin yerini başka insanlarla dolduramayacağımı gayet sert bir şekilde yüzüme vurmuştu.
Ben Asya Aden, yıllar önce kendi öz ailesinin eliyle mahvettiği hayatını yıllardır toplamaya çalışan o aciz kız.
Ben Asya Aden, ismimin anlamı cennet bahçesi olmasına rağmen asla cenneti göremeyecek olan o günahkar kız.
Ben Asya Aden, yıllar önce kendi öz ailesinin bile istemediği o kız.
Ben şimdi ne yapacaktım?
***
"Aden! Yapma kızım bize bunu, seni yıllar sonra bulmuşken elimizden kayıp gitme yalvarırım!" diyerek çaresizce konuşan kadını ifadesiz bir şekilde inceledim uzun uzun.
"Benim suçum mu yoksa sizin tercihiniz mi?" diye sordum yüksek sesle. Boğazım felaket sızlıyordu ama yüzüm hala ifadesizdi.
"Benim suçum! Her şey benim suçum, benim yüzümden gitmek istiyor işte!" diye ağlayan kocaman adama batım. Otuz yaşına girmek üzereydi ama hala bebek gibi ağlıyordu, ne acınası ama!
"Kendinizi suçlamaya devam edin lütfen, cevabınız doğru çünkü. Her şey sizin suçunuz." dedim ve üzerimdeki montun fermuarını çekerek çıkışa doğru ilerledim.
"Keşke seni daha önce bulabilseydim Aden, keşke..." diyen çaresiz ses ile kafamı arkaya doğru çevirdim hafifçe.
"Keşkeler hayatı mahveder bayım, eğer beni daha önce bulsaydınız hayatınızı daha erken mahvettiğim için bana beddua ediyor olurdunuz"