" Watson, korkarım gitmek zorundayım," dedi Holmes bir sabah kahvaltıdan sonra
" Nereye peki? "
" King's Pyland, Dartmoor'a."
Buna hiç şaşırmamıştım. Aslını sorarsanız, bütün İngiltereyi çalkalayan bu esrarengiz vakaya nasıl oldu da hâlâ bulaşmadı diye merak ediyordum zaten. Dostum odada bütün gün çenesi göğüsünde, kaşlarını çatmış, piposunu art arda doldurarak bir ileri bir geri yümüş ve yine her zamanki gibi bütün sorularımı ve sözlerimi duymazdan gelerek düşüncelere dalmıştı. Gelen her gazete, şöyle bir göz atıldıktan sonra kenara atılmıştı. Ama ne kadar sessiz olsa da aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Onun dedektiflikteki şöhretine meydan okuyabilecek tek bir vaka vardı; o da Wessex Kupası'nın favori atının kayboluşu ve antrenörünün trajik ölümüydü. Bu yüzden olay yerine gitmek istediğini söylemesi beni hiç şaşırtmadı.
" Eğer sana ayak bağı olmazsam bende gelmekten memnunluk duyarım," dedim.
[TAMAMLANDI]
Dağa kaçırılmasıyla başlamıştı onların hikayesi...
Onlar herkes gibi normal tanışmamışlardı.
Hatta onlarınki çok zalimce bir tanışmaydı.
Mecburiyetti onlarınki.
Teslimiyetti.
Yeri geldiğinde acı çektirmekti.
Ve acı çekmekti.
Bunca kötülüğe rağmen onların bir araya gelme ihtimali var mıydı?
Tanışmaları normal olmayan bu iki insanın, sonları normal olabilecek miydi?
!!! Askeri kurgudur !!!
( LÜTFEN!!! 15. bölüme kadar kurgu hakkında karar vermeyin! 15. bölümden sonra hala aynı fikirdeyseniz o zaman fikrinizi belirtin. )