Bir kaçış, bir varış ve bir karış.
Yaşadığımız onca acı; hayal kırıklığı, can yanıkları, düş sancıları, düşüşler... bir kaçıştı yok olmak için içimizden ve hatırlamamak için geçmişi; koşup dururduk hiç durmaksızın, düşüp dururduk, kanardı yaralar ve acırdı canlar, bunların hepsi bir varıştı sona ulaşmak için; bir karıştı aramızdaki mesafe ve zihnimizin içi, çıkış yoktu içimizden.
Yak geçmişi, izi kalır hatıranda.
Yanar bazıları zamanın içinde; kavrulur ruhları gökyüzünde ve adlarını sayıklar her yağmur yağdığında yananlar.
Ve her yağmur yağdığında ağlar yeşil bir kelebek; kozasının etrafında ateş alan çiçekler ekili, sancılanır göğüs kafesinde binbir acı; ıslaktır kanatları ve hep ısınmak için kanat çırpar ateşe, bile bile yanacağını ve küle dönüşeceğini.
Bu bir yenilgiydi kendimize karşı ve bir kazançtı birbirimize karşın.
Bir katil, ve katilin cinayetlerine tanık olan yeşil gözlü bir çocuk.
1 mum, 2 mum, 3 mum ve siyah mum.
Siyah mumlar yanıyor karanlık bir gece yarısı ve Karagök Şehrinin bağrını ateşe veriyor; yanıyor bir avuç insan, kavruluyor ruhları ve külleri gömülüyor kalplerde.
Cesetler, siyah mumlar ve canları yananlar...
Burası Kurutulmuş Kelebekler Vadisiydi.
Karagök Şehriydi.
Acıydı.
Karagök Şehri; Marvin Mum, Diken Ağca Düşen, terk edilmiş bir lunapark, dönme dolap...
Dönme dolap ters dönerse, geriye döner mi geçmiş?